Bu yazıyı Nijerya'dan ülkenin başkenti Abuja'dan yazıyorum. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye heyeti dün Gana'da, ondan önceki gün de Fildişi Sahili'nde idi. Bir aksilik olmaz ise bu yazı yayınlandığında Gine'ye varmış olacağız. Birkaç gündür bir taraftan "buralarda Türkiye"yi görüyorum. Diğer taraftan "buralardan Türkiye"yi izliyorum.
Buralarda Türkiye, yükselen bir güç. Stratejisi olan, oyun kuran bir aktör. Güçlü birpartner. Türkiye, 2005'te başlattığı Afrika açılımını Batı Afrika'da derinleştirmeye çalışıyor. Ticaret hacmini artırmaya, ikili ilişkilerini geliştirmeye gayret ediyor. Kalkınma yardımlarıyla bölgeye katkı sunuyor.
Bölge ülkelerine, eşit ilişki kurarak karşılıklı kazanmanın mümkün olduğu işbirliği modelleri teklif ediyor. Ve bu modeller kabul görüyor.
Türkiye, Ali Mazrui'nin ifade ettiği şekliyle modern Afrika'yı etkileyen "yerel, İslami ve Batılı kodlar"ı veri kabul ederek bu coğrafyada etkili olmak istiyor.
Elbette, sömürgeciler Türkiye'nin Afrika'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi Batı Afrika'daki varlığından hiç de hoşnut değiller.
Sadece Nijerya 182 milyon nüfusu ile Afrika'nın en yoğun nüfusuna sahip. Dünyanın 20. büyük ekonomisi. Geçen yıl Güney Afrika'yı geçerek Afrika'nın en büyük ekonomisi konumuna yükseldi. Dünya Bankası'nın tasnifiyle "yükselen pazar." Ve burada Türkiye'ye kucak açılıyor.
Evet buralarda Türkiye böyle. Buralardan Türkiye'ye bakınca ne görünüyor peki? Sömürgecilerin Türkiye'deki işbirlikçileriyle bir olup ülkeyi içine kapatmaya çalıştığı! Türkiye'yi içine kapatmak isteyenler hiçbir ahlaki standart tanımadan var güçleriyle taarruza geçmiş durumdalar.
Ülke içine kapansın, küçülsün, sonra da bölünsün istiyorlar. Stratejileri son derece yalın. Türkiye'yi zaaf içinde göstermek.
Bu stratejinin da 4 temel ayağı var. Paralel yapı ve uzantılarının operasyonları üzerinden Türkiye Cumhuriyeti devletini egemenlik krizi içinde göstermek. Misal Anayasa Mahkemesi kararı bu bağlamda değerlendirilebilir mi? Ne dersiniz?
1) PKK terör örgütünün silahlı kalkışmasından hareketle ülkenin iç savaş yaşadığı algısını oluşturmak. PKK'nın şehir merkezlerinde düzenlediği terör saldırıları, HDP'li Selahattin Demirtaş'ın "Sur'a yürüyelim" çağrısı, terör destekçisi yazar çizer takımının sureti haktan görünüp sürekli "eyvah iç savaş" diye yaygara koparması, yahut Ahmet Altan'ın "isyaaaan" diye çığlık çığlığa yazılar yazması bununla ilgili.
2) Küresel piyasalardaki sorunları Türkiye kaynaklı sorunlarmış gibi ambalajlayıp ülke ekonomisinin krizde olduğu intibaı uyandırmak. Paralel devlet yapılanmasını finanse eden şirketlere kayyum atanmasını "devletin özel mülkiyete müdahalesi" diye pazarlayanlar, Merkez Bankası başkanı seçimi uluslararası yatırımcıyı kaygılandırıyor diye yaygara yapanlar bu hedefe hizmet ediyorlar.
3) Türkiye'yi siyasi liderlik sorunu yaşayan bir ülke olarak resmetmek. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi liderliğini zayıflatmaya dönük girişimlerin nedeni bu.
Ne var ki Türkiye ne bir egemenlik krizi yaşıyor, ne bir siyasi liderlik sorunu. Ne ekonomisi kötüye gidiyor, ne de bir iç savaşa...
Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş gibiler kendilerini yırtsa da kimse o ahlaksız isyan çağrılarına kulak vermiyor. Türkiye her şeye rağmen büyüyor, zenginleşiyor.
Bu gayretlerle büyümeye, zenginleşmeye ve normalleşmeye devam edecek...
[Sabah, 3 Mart 2016].