2017 Fransa, Hollanda ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde gerçekleşen kritik seçimlerin ardından son olarak Almanya’da da önemli seçimlerin yapıldığı bir yıl olma özelliğini taşımaktadır. Bu bağlamda bilhassa Türkiye ile yaşadığı gerilimli ilişkiler ile gündeme gelen Almanya’da seçim sürecinde kendi iç kamuoyu açısından önem arz eden hususların yeterli derecede tartışılmadığına şahit olunmaktadır. Tıpkı diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi İslam ve mülteci karşıtı parti ve söylemlerin öne çıkmaya başladığı Almanya’da da aşırı sağcı ve popülist Almanya için Alternatif (AfD) partisinin 24 Eylül’de Federal Meclise girmesine kesin gözüyle bakılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk defa ırkçı ideolojiye sahip bir partinin Federal Mecliste temsil edilecek olması Almanya gibi tarihi geçmişe sahip bir ülke için oldukça düşündürücüdür.
Dördüncü kez şansölye olma hedefiyle yeniden adaylığını açıklayan Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) lideri Merkel’in ise seçim sürecinde rakip parti ve liderleriyle karşı karşıya gelmemek üzerine kurduğu stratejisi ciddi eleştirilere muhatap olmuştur. Ancak seçim kampanyalarının sönük bir şekilde sürdürülmesi ve Merkel’in bu konuda alternatifsiz olarak değerlendirilmesi kendisine muhtemel yine bir federal seçim zaferini getirecektir. Diğer taraftan yabancı düşmanlığı, aşırı sağın dramatik yükselişi, gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi Almanya’nın esas sorunlarının kapsamlı bir şekilde ele alınamadığı seçim sürecinde partilerin sıklıkla popülist söylemlere başvurduğu gözlemlenmekte ve bu bağlamda Türkiye aleyhtarı politikalarla öne çıkmalarının uzun vadede aşırı sağın normalleşmesi ve güçlenmesine neden olacağı öngörülmektedir..