24 Haziran seçimlerine sayılı günler kala partiler ve cumhurbaşkanı adayları performanslarını artırmış görünüyor. Mitingler, televizyon programları, gazete ilanları ve sokak süslemeleri ile daha sık karşılaşılıyor. Sosyal medya paylaşımlarına ise bütün partiler özel önem veriyor. Ülkenin dört bir tarafı yarışan partilerin bayrakları ve afişleri ile donatılmış durumda. Araçlardan yankılanan parti müzikleri de kendi adaylarını zihinlerde daha kalıcı hale getirmenin çabası içinde. Seçimin sert yani bir tarafa renkli görüntüleri olarak da bakılabilir mevcut tabloya. İşlek caddelerde ve şehir merkezlerinde çoğu zaman iç içe geçen parti afişleri ile karşılaşılmasını Türkiye’de yerleşen toplumsal tahammülün, çoğulculuğa saygının ve uzlaşının işareti olarak okumak gerekir. Siyasal şiddet yerine seçimin gerektirdiği yarışma araç ve usullerini aracı kılarak varlığını göstermek Türkiye’nin en güçlü kazanımlarından biridir.
Diğer taraftan Cumhurbaşkanı adayları ve partiler arasındaki rekabet de giderek kızışıyor. Bir taraftan sataşmalar öne çıkıyor diğer taraftan vaatler paylaşılıyor. Ayakları yere basan vaatlerin yan ısıra Süleyman Demirel’in 90’lı yıllarda siyasi literatüre armağan ettiği “Kim ne verdiyse ben beş fazlasını veriyorum” türünden abartılı açıklamaların sayısı da az değil. Özellikle kendisini Erdoğan’ın karşısında konumlandıran adaylar ve partiler seçmeni etkileyebileceklerine inandıklarından olsa gerek bu türden vaatleri yoğun şekilde kullanıyorlar. Bir nevi 90’ların popülist söylemiyle ve Cem Uzan ile artık zirve yapan şov odaklı kampanya yönetimiyle yarıştıkları söylenebilir.
Değişmeyen ironi
Fakat Türkiye’de siyasetçilerin bol keseden dağıtma alışkanlığının ürünü olarak seçim dönemlerinde kendini gösteren vaatler konusunda toplumun epeyce tecrübeli olduğunu belirtmek gerekir. Seçmen açısından bakılırsa genellikle her seçim öncesinde oluşan ayakları yere basan vaat beklentilerinin bir kez daha boşa çıkmış olduğu görülüyor. Özellikle muhalif liderlerin mazot fiyatı konusunda bir türlü anlaşamamış olması ülkemizdeki seçimlerin değişmeyen ironileri arasındadır.
Gerek mitinglerde gerekse televizyon programlarında adaylar tarafından kullanılan söylemin esasında iki hedefi var: Birincisi kendi seçmen kitlesini sağlama almak ve motivasyonunu artırmak. Motivasyonu artmış sadık seçmen kitlesi kendi partisine daha fazla oy kazandırabilir. İkincisi karşı tarafın seçmen kitlesinde önce şüphe oluşturmak sonra da onun oyuna talip olmak. Şu ana kadar açıklanan kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına bakılırsa birinci kısımda yani kendi seçmen kitlesini kemikleştirmek bahsinde özellikle tabanları oturmuş durumdaki partiler oldukça başarılı. Oy oranları açısından aralarında yarı yarıya bir fark olsa da AK Parti ve CHP bu kategoriye giriyor. İki parti de kendi seçmen tabanını sağlama alarak diğer seçmenlere ve özellikle de kararsız seçmene yöneliyor.
Stratejik oylar
Kararsız seçmeni ikna edebilmenin en başarılı yollarından biri ise ekonomi üzerine kurgulanmış kampanya söylemidir. AK Parti 16 yıldır iktidarda bulunmasının avantajı ile hem ekonomide istikrar vurgusu yaparak hem de geleceğe dair umut verici vaatler ile kararsız seçmenin oyuna talip oluyor. Kalkınma alanında ve savunma sanayii alanında yapılanlar ve yapılmak istenenlerin seçmene verdiği somut güven mesajı da Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve partisini bir adım öne çıkartıyor. Kararsız seçmenin büyük ölçüde ideolojik ve parti bağlılığı gibi gerekçelerden çok daha rasyonel nedenlerden hareketle oy verme davranışını şekillendiriyor olması bu anlamda kararsızlar ile Erdoğan’ı yakınlaştırıyor. Kamuoyu araştırmalarında Erdoğan, AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın önde gidiyor olmasının arkasında kararsız seçmenin oy verme davranışını stratejik olarak bu cepheye yöneltmesi gerçeği yatıyor. Çünkü hem somut örnekler seçmenin önünde duruyor hem de vaat edilen projelerin bir kısmına başlanmış durumda. Erdoğan’ın sloganları arasında yer alan “Yaparsa Yine AK Parti Yapar” ifadesi seçmene yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır güvenini veriyor. AK Parti’nin seçim beyannamesinde yer alan “Millet Bahçeleri” vaadinin de bu kapsamda değerlendirilmesi seçmen nezdinde işin olabilirliğine dair inancı artırıyor.
CHP eski CHP
CHP ise ana muhalefet partisi olarak AK Parti’nin başarısız bulduğu yönlerin üzerine kampanyasını kurgulayarak seçmenin karşısında. Hedefi hem kararsızları hem de kısmen de olsa diğer partilerin seçmenini etkilemek. Fakat CHP’nin biri Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce diğeri genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere iki aktörle yürüttüğü seçim kampanyasında genel olarak bir söylem farklılığı göze çarpıyor. Özellikle parlamenter sisteme dönüş olacak mı yoksa başkanlık sistemi ile yola devam mı edilecek konusu söylem farklılığının odağını oluşturuyor. Kampanyanın ana mesajında odağın bulunmuyor olması CHP’nin zor olan işini daha da zorlaştırmış durumda. Ayrıca hem İnce hem de Kılıçdaroğlu’nun negatif bir söylem kullanarak başlayan pek çok projeyi iptal edeceğini açıklaması yakın siyasi tarihimizde zaten CHP ile özdeş olan “yıkım” söylemini seçmenin zihninde iyice tetiklemiş durumda. Kararsızların genel yaklaşımı dikkate alındığında böyle bir kampanya söylemine destek vermeleri çok zor. Bu yüzden salt tabanın CHP ve İnce etrafında mobilize olması hedeflenen sonucu elde etmekten ziyade en iyi ikinciliği CHP’ye kazandırabilir.
İP’in tabanı yok
Diğer partiler arasında yer alan İP seçmen kitlesi en oynak parti görünümünde. Bunun temel nedeni yeni kurulmuş bir parti olması ve seçmen tabanının henüz sosyolojik kimlik açısından şekillenememiş olması. Bir diğer açmazı da hitap etmek istediği sosyolojide parti tercihleri açısından belirli bir boşluk bulunmaması olarak değerlendirilebilir. Merkez sağda ve muhafazakar seçmen nezdinde AK Parti öncelikli yerini sağlamlaştırarak koruyor. Solda ise CHP egemen durumda. Bu yüzden daha çok kendi partisine tepki duyan seçmenlerin tercih ettiği bir parti görüntüsü veriyor İP. Seçmen partisi konusunda iyimser bir pozisyona döndüğünde ise desteğini kaybetmiş oluyor. Oy potansiyeli konusunda kamuoyu araştırmalarına yansıyan oranların seçim sürecinin başından bu yana değişkenlik göstermesi ve göstergelerin giderek düşüş eğiliminde olması da bu parti açısından “oturmuş sadık bir taban” sorunu olduğuna işaret ediyor. Özellikle mitingler bakımından seçim kampanyasında beklediği ilgiyi bulamamış olmasında taban konusundaki sorun önemli bir rol oynuyor. Bunun motivasyon kısmına da yansıdığını ve İP açısından bir dezavantaj oluşturduğu açık. Buna genel başkan Meral Akşener’in seçim kampanyasında negatif bir söylemi tercih etmesini de eklemek gerekir. Bu yüzden mesela başlangıçta MHP ve CHP’ye tepkili olan seçmenlerin bir kısmı İP’ye yönelmişti. Fakat o seçmenlerin giderek kendi partilerine dönüş eğiliminde olduğu söylenebilir. En azından mevcut anketlerden elde edilen veriler bu yönde.
Negatif dilin etkisi
Bununla birlikte kamuoyu araştırmalarında Saadet Partisi’nin adayı Temel Karamollaoğlu’nun yüzde bir buçuk oranındaki oyunu koruması ve yine HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş’ın yüzde 9-10 oranındaki oyunu koruması az veya çok bu partilerin oturmuş tabanlara sahip olduğunu gösteriyor. Fakat iki adayın oy oranlarında esneklik olmaması bir yandan oturmuş tabanın partisine sadakatini gösterirken diğer taraftan da partinin geniş toplumsal kesimlerle ilişki kurabilecek kapıları kapattığını ve tabiri caizse kendini içeriye kilitlediği şeklinde yorumlanabilir. Saadet Partisi’nin CHP ile ittifak kurarak özellikle muhafazakar seçmen ile arasına bariyerler koyması ve ilaveten kampanya söyleminde negatif bir dil kullanarak Türkiye’nin kazanımlarını alkışlamak yerine AK Parti’nin işine yarar endişesiyle aksi yönde pozisyon alması kararsızları SP’den uzaklaştırmış gibi görünüyor. Bu durum SP yönetimini ve tabandan bazılarını giderek daha sert söylemler kullanmaya doğru yöneltiyor. Sırf Temel Karamollaoğlu’nu eleştirdiği için 15 Temmuz şehidinin eşine sosyal medya üzerinden yapılan linç girişimi ve çirkin benzetmeler bunun örnekleriydi. HDP ve adayı Selahattin Demirtaş’ın mağduriyet üzerine kurulmuş seçim söyleminin kendi tabanı dışında bir karşılığı yok. Terör örgütü PKK ile arasına mesafe koymadığı ve Türkiye’nin geneli için siyaset yapmadığı sürece de HDP aynı yerde kalmaya devam edecektir.
Dolayısıyla 24 Haziran için son bir haftaya doğru gidilirken AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan taban desteğinin geniş bir konsensüse yaslanmış olmasından dolayı avantajlı durumda. Ayrıca kararsız seçmenin genel oy verme eğiliminde ekonomi, güven, istikrar ve rasyonel vaatler gibi somut beklentilerin rol oynaması kararsızları AK Parti ve Erdoğan’a yaklaştırmış durumda.
[Star Açık Görüş, 16 Haziran 2018].