Başkan Trump seçim vaatlerini yerine getirme hamlelerine hızlıca başladı. Oy aldığı ABD'li beyaz tabanı önemseyen Trump için üç konu öne çıkıyor:
Deaş dahil "radikal İslamcılıkla" mücadele, göçmen sorununun Batı'dan uzak tutulması ve ABD'nin ekonomik çıkarlarını önceleyecek yeni küresel ticaret denklemi.
Göçmenler konusunda bir yandan Meksika sınırına duvar örme derdinde, diğer yandan 7 Müslüman ülkeden gelenlere vizeleri dondurdu. Öte yandan ise Suriye ve komşularında "güvenli bölgeler" kurmak için diplomatik görüşmelere başladı.
Rusya, Suudi Arabistan ve Ürdün liderleriyle görüşerek zemini hazırlıyor.
Seçimi kazandığından itibaren yoğun tepkilere muhatap olan Trump, bu son "Müslümanlara vize" konusunda sert eleştiriler alıyor. Dünya medyasında konu "ırkçılık,hak kısıtlaması, ötekileştirme ve radikallerin terör tabanını genişletecek bir uygulama" olarak görülüyor. Yine Trump yönetiminin Müslüman Kardeşler hareketini terör listesine alma eğiliminde olduğu ve Körfez ülkeleri ile bu yönde görüşmelerin yapıldığı medyaya sızdı.
Bütün bu olaylar Trump yönetiminin odaklandığı göçmenler konusunun Müslümanlar üzerinden tartışılacağını gösteriyor. Terörle savaşın "radikal İslamcılıkla" mücadeleye indirgenmesi gibi bir eğilimle birlikte.
Bu gidişatın Trump'ın varsaydığı "reel" siyaset düzlemini ya da "alternatif gerçekleri" getirmekten ziyade ideolojik tartışmaları büyüttüğünü söylemeliyiz.
Ancak Trump, ABD dış politikasına yön verme arayışının bu ilk evresinde söz konusu ideolojik gündemi hiç de önemser gibi görünmüyor. Muhtemelen zaten kendisine karşı gördüğü müesses medyadaki tepkilerin zamanla sönümleneceğini bekliyor.
Dahası, kendi siyasetinin başarısının bu medyanın muhalefetini kırmakla mümkün olacağını düşünüyor.
Başkan Trump'ın siyaset tarzının ABD dışı dünyanın gündeminde de ciddi bir karşılığı var. Şovmenlik geçmişinden gelen bir siyasetçi ABD başkanı olunca tüm dünya adeta bir sahneye dönüştü.
Bütün dikkatler Trump'ın söylediklerinde, telefon görüşmelerinde ve polemiklerinde. Bu sahnenin Trump karşıtları ve sevenleri diye bölündüğünü görmemek mümkün değil.
Türkiye'den dünyanın yeni gidişatını anlamaya çalışanların da aynı modaya uyduğunu söyleyebilirim. Yeni Başkanın, Obama'nın "yıkıcı" mirasının gölgesindeki Türkiye-ABD ilişkilerine neler katacağı konusu elbette çok kritik. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan "stratejik ortaklığın" yeniden ele alınması yönündeki beklentisini Doğu Afrika gezisi dönüşünde ifade etti.
Bu yaklaşım realist bir temelde ABD gibi önemli bir devletin yeni başkanı ile ilişkileri tamir etme isteğidir.
"Liberal iddialarla" gelen Obama'nın Ortadoğu'yu yangın yerine çeviren ikircikli politikalarından Ankara'da duyulan rahatsızlık malum. İktidar çevrelerinde Trump'a sunulan ihtiyatlı yaklaşım, ilişkilerde yeni bir sayfa açma teklifidir. Henüz deneme yanılma aşamasında olan bir siyasetçiye tanınan fırsattır. Bir anda fırtınaya çevrilen "ideolojik" kamplaşmaya hızla kapılmanın bir anlamı yok.
Trump severliğe de Trump düşmanlığına da gerek yok. Erdoğan ile Trump'ı aynı kefeye koyan tarz da gerçekçi değil. Zaten yıldızları dökülmüş ABD liberalizminin kampanyalarına dahil olmak da akıllıca olmaz.
Bu noktada yapılması gereken iki şey var. İlki, Trump yönetimi ile Türkiye ve ABD'nin çıkarlarını ortak kılan konulara odaklanan yeni bir diplomasi atağı. İkincisi, Trump'ın terörle mücadele ve göçmenler konusunda yapmak istediklerinin reel bir değerlendirmesine odaklanmak. Dönem sevdanın ya da nefretin değil rasyonel çıkarların ve diplomasinin günü vesselam.
[Sabah, 31 Ocak 2017].