Referanduma doğru hızla yol aldığımız bugünlerde Cumhurbaşkanlığı sisteminin ne getireceği değişik mecralarda farklı açılardan tartışılıyor. Peki, Türkiye'de siyasi düzlemi önemli ölçüde değiştirmeye aday olan Cumhurbaşkanlığı sistemi ekonomi açısından ne ifade ediyor? Bir ülkenin sosyal ve kültürel kodları siyasi istikrarı sağlamada, öngörülebilir ve kapsayıcı politikaları sunmada ve hızlı karar alma mekanizmasını devreye sokmada hangi sistemi daha başarılı kılıyorsa, o sistem ülkenin ekonomik gelişmesi açısından daha faydalıdır.
Cumhuriyet tarihimize baktığımızda koalisyon hükümetleri dönemlerinde istikrarın sağlanamadığı, politikaların öngörülebilir ve kapsayıcı olmaktan bir hayli uzak olduğu ve hantal bürokratik yapının sistemi kilitlediği görülmektedir. 1970'lerdeki darboğazlar, 1994 krizi ve 2000-2001 krizi hep koalisyon dönemlerinde meydana geldi. Tek parti iktidarı dönemlerinde ise Türkiye ekonomisi büyük atılımlar yaşadı.
Kardeşlerin bile aralarındaki anlaşmazlıklar sonucu aile şirketlerine zarar verdikleri ve sürdürülebilir ortaklıklara çok az rastlanan bir sosyo-kültürel ortamda koalisyon hükümetlerinden başarı beklemek hayalcilik olur. Koalisyon hükümetlerinin ekonomik anlamda görece başarılı olduğu İskandinav ülkelerinde bu başarının altında küçük ve homojen nüfus, yüksek toplumsal güven ve coğrafi konum gibi faktörler yer alıyor. Bununla birlikte, koalisyon hükümetlerinin başarılı işlediği ülkeler ekonomik altyapılarını 50 yıldan fazla bir süredir sağlam bir zemine oturtmuş ve dolayısıyla hızlı karar almanın ikincil öneme sahip olduğu ülkelerdir. Türkiye gibi ekonomik kalkınma yarışında geride kalmış bir ülkenin yavaş tempo ile yol alma lüksü yoktur.
Türkiye 15 yıldır hep tek parti hükümetleri tarafından yönetilse de mevcut sistem bu durumu garanti etmiyor. Bunun en yakın örneğini 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadık. Yüzde 41 oy alan ve en yakın rakibine yaklaşık 15 puan fark atan AK Parti, tek başına iktidarı kuramadı. Türkiye ekonomisinin koalisyon hükümetleri ile patinaj çekmemesi için Cumhurbaşkanlığı sistemi önemli bir fırsat sunuyor.
Mevcut sistemin ekonomik anlamda bir başka zaafı da, hem cumhurbaşkanının hem de başbakanın seçimle gelmesinden ve her iki makamın da önemli güçleri elinde bulundurmasından kaynaklanabilecek potansiyel sorunlara gebe olmasıdır. Son yıllarda cumhurbaşkanları ile başbakanlar arasındaki ilişkinin düzgün işlemesi tamamen güçlü insani ilişkilere dayanıyor. İki güç arasındaki ilişkinin her dönemde bu denli uyumlu olmasını beklemek gerçekçi değil. Her ikisi de seçimle gelen ve yüksek güçlerle donatılmış kişilerin kendi seçim ajandalarını düşünerek birbiriyle çelişen popülist politikalar uygulama istekleri belirsizlikleri artırarak ekonomiye çok ciddi zararlar verebilir. Bununla birlikte, anayasa kitapçığı fırlatma vakasında olduğu gibi, cumhurbaşkanı ve başbakan arasında meydana gelen gereksiz sürtüşmeler ekonomik krizlerin fitilini ateşleyebiliyor.
Mevcut sistem kararların hızlı uygulanamamasına ve bürokrasinin düzgün işleyememesine de neden oluyor. Bu ülke yürütmenin başı olan başbakanın kendi bürokratını dahi seçemediği dönemleri yaşadı. 2006'da merkez bankasına başkan ataması yapılmaya çalışılırken, Merhum Adnan Büyükdeniz ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek gibi işinin ehli kişilerin ismi geçmesine rağmen, o dönemin cumhurbaşkanının ideolojik diretmeleri sonucunda bu önemli adaylar merkez bankası başkanı olarak atanamadılar. Benzer şekilde, ülkenin gelişmesi için ortaya konan birçok proje, cumhurbaşkanı-başbakan uyumsuzluklarını ve yönetimdeki çift başlılığı fırsat bilerek işleri yokuşa süren hantal bürokrasi yüzünden çok uzun uğraşlar sonunda hayata geçirilebilmiştir. Siyasette ve bürokraside çarkların hızlı dönmediği bir yönetim sisteminde ekonomik gelişme basamaklarını daha hızlı bir şekilde çıkmak mümkün değildir.
[Sabah, 18 Mart 2017].