[caption id="attachment_60024" align="aligncenter" width="649"] SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran, AKŞAM'dan Pınar Işık Ardor'un sorularını yanıtladı.[/caption]
- Türkiye bu süreci yürütmede çok başarılı bir iletişim stratejisi uyguladı. Türkiye’nin bu tavrı olmasaydı konu bir faili meçhul cinayet olarak İstanbul’un sırtına yüklenebilirdi.
- ABD kamuoyunun baskısıyla Trump onlara yolu gösterdi. Başına buyruk memurların cinayeti hikâyesi yazıldı. Bunun da ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun gidip veliaht Selman’la görüşmesi sonrasına denk gelmesi anlamlı
- Bence operasyon kararı alan Riyad, Türk istihbaratının bu cinayeti bu kadar net şekilde sobeleyebileceğini ihtimal vermedi.
“FAİLİ MEÇHÜL OLARAK İSTANBUL’UN SIRTINA YÜKLENEBİLİRDİ”
Kaşıkçı olayı ilk çıktığı andan itibaren doğrusal çizgi üzerinde yürüyor. Cinayet iddialarıyla ilgili Türk emniyetinden, güvenlik güçlerinden gelen bilgilerin kamuoyuna yansıtılmış olan hali birbiriyle çelişmedi. Ana iddia süreklilik ve derinlik kazandı. Dünya kamuoyunun dikkatini çeken bir çizgide yürüdü. Ve nihayetinde Riyad Kaşıkçı’nın konsoloslukta arbedede öldürüldüğünü kabul etti. Şu net, Türkiye bu süreci yürütmede çok başarılı bir iletişim stratejisi uyguladı. Suud Yönetimini işbirliğine yöneltti, sorumluluk üstlenmesini temin etti. Türkiye’nin bu tavrı olmasaydı konu bir faili meçhul cinayet olarak İstanbul’un sırtına yüklenebilirdi.
Riyad’dan 18 Suud vatandaşının olayla ilgili olarak tutuklandığı bilgisi geldi. Sizce bu cinayetin tüm suçluları ortaya çıkarılacak mı?
“TRUMP YOLU GÖSTERDİ VE HİKÂYE YAZILDI”
Suud Yönetimimi uzun süre cinayeti inkâr etti ve bekledi. Önce üstü kapatılır, unutulur zannettiler. Türkiye’nin elindeki delilleri hissettikçe nasıl bir hikâye yazacaklarını da bilemediler. ABD kamuoyunun baskısıyla Trump onlara yolu gösterdi. Başına buyruk memurların cinayeti hikâyesi yazıldı. Bunun da ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun gidip veliaht Selman’la görüşmesi sonrasına denk gelmesi anlamlı. Şimdi konu Veliaht Bin Selman’ın cinayetteki sorumluluğuna ve siyasi kaderine olması odaklandı. Gidişat Veliahdın pes etmeyeceği yönünde. Suud İstihbaratının yeniden yapılanması işi bile ona verildiğine göre kısa vadede Riyad’dan Veliaht değişikliği beklenmiyor. Suud Hanedanı içinde güçlü bir muhalefet çıkabilecek bir ortam da olmadığına göre Veliaht daha otoriter uygulamalar yapma pahasına bile olsa sonuna kadar direnecek.
Bu cinayetle verilmek istenen mesaj neydi? Bu olayın gerçekleşme şekli için ne dersiniz?
“TÜRK İSTİHBARATININ SOBELEYECEĞİNE İHTİMAL VERMEDİLER”
Bence operasyon kararı alan Riyad, Türk istihbaratının bu cinayeti bu kadar net şekilde sobeleyebileceğini ihtimal vermedi. Kaşıkçı skandalı bir yönüyle baktığınızda çok cüretkâr bir eylem. Türkiye’nin egemenliğine bir saldırı. Ülkemizi güvensiz göstermek isteyen bir operasyon. Suudi Arabistan açısından ise neredeyse bir tür kendini imha etme eylemi. Veliaht Selman’ın dünya nezdinde kurmaya çalıştığı reformcu imajı tuz buz oldu. Yerini “acımasız, otoriter, hırslı prens” imajına bıraktı.
“HEM ACEMİ HEM RİSKLİ EYLEM”
Sonuç itibarıyla hem acemice hem de çok riskli bir eylem. Suud yönetiminin bu olayın üstünün kapatılabileceğini düşünerek operasyon kararı aldıklarını tahmin ediyorum. 15 kişilik bir ekip geliyor. Bu ekip gayet profesyonel ve seçilmiş. Veliaht Selman’ın özel ekibi. Bu planlanmış bir operasyon. Bu operasyonun bu kadar net şekilde açığa çıkacağını ve dünya kamuoyunun bu kadar sert reaksiyon vereceğini beklemiyorlardı. Kısa sürede unutulacağını sandılar. Hatta bunu fısıldayan dostları oldu.
Ama 15 kişinin gelişi vs. İşleniş şekli sanki ortaya çıksın gibi de bir görüntü var. Bu işin arkasında Suud değil de CIA olabilir mi?
“BU ÇOK İLERİ BİR YORUM”
Bu çok ileri bir yorum olur. Eğer öyle bir şey varsa, işin içinde başka istihbarat servisleri varsa soruşturmada ortaya çıkar. Söylediğiniz ihtimal, Veliaht Selman’ın ekibinde olan isimlerin yabancı istihbarat örgütlerine çalışması demek. Bunu tespit edemezsiniz. Etseniz bile sorumluğun Suudi yetkililerde olduğu gerçeğini değiştirmez. Sorumluluktan kurtulamazlar. Neticede operasyon kararı en üst düzeyde verilmiş bir karar mı, bu kararın mahiyeti ne? Riyad’dan gelen açıklamaya rağmen bu cinayetin bir emir komuta zinciriyle yapıldığı algısı zihinlerde kalacak.
‘Türkiye- Suudi Arabistan ilişkilerini etkileyecek bir durumla karşı karşıyız’ mantalitesiyle başladık olaya. Şu anda geldiğimiz durum nasıl?
“BU VAHŞET NASIL AÇIKLANABİLİR”
Suud yönetimi bu işi soruşturmak ve bu işin sorumluluğunu üstüne almaktan kaçamazdı. Nitekim hataen öldürüldüğü şeklinde bir değerlendirme ile sorumluluğu aldılar. Henüz Kaşıkçı’nın cesedine ne olduğu ortaya çıkmadı. Eğer denildiği gibi parçalandıysa bu vahşet nasıl açıklanabilir? Sorgulamak için tutuklarken Kaşıkçı’yı öldürenler cesedini adli tıp uzmanıyla mı parçaladı? Neden? Muhtemelen bu da bir hata olarak alt düzey görevlilere yıkılacak. Türkiye bu cinayetin aydınlatılması için başından itibaren Suud Yönetimi ile işbirliği yapıyor. İki ülke halklarının ilişkisi zarar görmesin diye. Şimdi Riyad’ın Türkiye’ye bir özür borcu var. Hem cinayet sorumlularının yargılanması gerekiyor. Hem de ülkemizin egemenliğine yapılan saldırının verdiği zararın karşılanması gerekiyor.
Peki, ABD- Suudi Arabistan ilişkilerine bakacak olursak onun Türkiye’ye yansımaları bir şekilde değişiklik gösterebilir mi? Pompeo’nun veliaht prensle görüşmesini ve açıklamalarını nasıl okuyorsunuz? Suudi Arabistan-ABD ilişkileri son dönem de çok rayında gidiyor görüntüsü veriyordu bu doğrultu da mı gider? Türkiye’nin Suudi Arabistan’la arasındaki açmazlarda değişiklik olur mu?
“BEYAZ SARAY, VELİAHTI BU İŞTEN SIYIRMAK İSTİYOR”
Riyad ciddi bir sıkıntı içinde. Amerikan medyası ve senato bu işin peşini bırakacağa benzemiyor. Avrupa başkentleri de Suudi Arabistan’dan gerçek suçluları yargılama konusunda kararlı davranmasını isteyecek. Beyaz Saray, Veliahdı bu işten sıyırmak istiyor. Riyad’ın hataen öldürülme açıklamasını yeterli bulması bunu düşündürüyor. Washington Veliaht Selman’ı şu aşamada kaybetmek istemez. Trump Yönetimi aslında sıkışık bir durumda. Bir yandan Riyad’la ittifak ilişkisini zayıflatmak istemiyor. Ortadoğu’daki İran’ı sınırlandırma hedefinden İsrail’in menfaatlerini korumaya petrol fiyatlarını belirlemeden silah satışlarına kadar birçok konuda Riyad’ı yanında görmek istiyor. Diğer yandan ise ABD’nin silah satışları uğruna insan haklarını ayaklar altına aldığı yönündeki bir imajın da altında kalmak istemiyor. Bu yüzden Trump sonuna kadar Veliahdı savunmaya devam eder. Ne de olsa Veliaht Selman yaşlı babasından sonra kral olacak. Önümüzdeki 40 sene Suudi Arabistan’ı yönetmesi beklenen birisi.
“TRUMP KORUYAMAYACAĞINI ANLAYINCA YERİNE BİRİNİ BULUR”
Trump, koruyamayacağını anladığı noktada Veliahtın yerine kendilerine uygun bir ismin gelmesi için uğraşır. Sonrasında da bunu Amerikan kamuoyuna satacak twitleri atmaktan da çekinmez. Şimdilik Pompeo’yu bu işi yönetmesi için görevlendirdi. Oğul Selman’ın veliahtlıktan alınması Suud Hanedanı içerisindeki dengelerin tümüyle değişmesi anlamına gelir. Şurası net ki artık Riyad, Kaşıkçı gibi muhaliflere karşı istihbarat operasyonu yapmak istediğinde daha çok düşünecek. Hele hele Türkiye’de.
Kaşıkçı sırf muhalif olduğu için öldürüldü dersek bu çok basite indirgenmiş bir soru olur mu?
“SUUD HANEDANINA MUHALİF DEĞİLDİ”
Muhaliften neyi kast ediyoruz? Suud hanedanına muhalefetse hayır hiç öyle birisi değil. Suud hanedanı içerisindeki iktidar oyunlarında bir kanada yakındı Kaşıkçı. Dolayısıyla, onun böyle toptan bir hanedan karşıtı ya da rejim karşıtı gibi görmek doğru olmaz. Hanedan içerisinde bir gruba yakın olduğu için, ama sonrasında Veliaht Selman’ın tasfiye ettiği gruplarla bağlantılı olduğu için o şekilde bakarsanız muhalif diyebilirsiniz. Ama Trump’la yürütülen siyasete de eleştiri getiriyordu. Hakkında suç iddiası olan, yargılama süreci olan ya da herhangi bir terör suçuyla veya başka bir suçla suçlanan birisi değil.
Herhalde o zaman Konsolosluğa da bu şekilde gitmezdi?
Evet. Kaşıkçı’nın konsoloslukta öldürülmesinin Türkiye açısından başka bir anlamı daha var. Türkiye’de yaşayan Araplardan birtakım rejimlere muhalif olanların faili meçhul bir şekilde ortadan kaybedilmesine Ankara’nın müsaade etmeyeceği anlaşıldı. Türkiye’nin güvenli olduğunun Türk güvenlik birimleri tarafından ortaya koyulduğunu da görmemiz lazım. Çünkü Suud’un bu hırsla yaptığı operasyonunun benzerlerini başka ülkeler de deneyebilirlerdi.
Muhalefet, yani özellikle CHP lideri Kılıçdaroğlu diyor ki, biz Cemal Kaşıkçı’yı koruyamadık. Koruyabilir miydik?
Hayır, koruyamazsınız. Eğer kendisi bir koruma talep edip ona koruma tahsis etmemişseniz, normal bir turist olarak gelen bir şahsı takip edemezsiniz. Özel hayatın ihlali anlamına gelir. Kaldı ki üç beş gün önce kendi ülkesinin başkonsolosluğuna giden birisi belge almak için yeniden gittiği yerde öldürülürse o şahıs nasıl korunabilir. Burada mümkün olan cinayetin engellenebilmesi değil, ortaya çıkarılmasıdır. Ayrıca, cinayeti işleyen Suud ekibinin normalin dışındaki hareketliliğinin istihbaratımız tarafından takip edildiği de anlaşılıyor. Suud konsolosluğundaki bir eylemi engellemek Türk emniyet güçlerinin ötesinde bir iş. Kaçırma ya da öldürme amacıyla gelindiği nasıl bilinebilirdi. Washington’ın bu konuda bir takım istihbaratı vardı ise de bunu Ankara ile paylaşmadığı görülüyor.
Türkiye-ABD ilişkilerine bakacak olursak rahip Brunson meselesi kapandı diyebilir miyiz? Rahip Brunson bir kesime göre Türkiye’de ceza aldı, bir kesime göre serbest bırakıldı. Siz hangi noktadan bakıyorsunuz?
“BRUNSON MESELESİ PSİKOLOJİK BİR FAKTÖRTÜ”
Benim baktığım yerden rahip Brunson ceza aldı. Birinci derece yargı sürecinin tamamlanması ile mahkeme kararını verdi. Farklı davalarda olduğu gibi savcının istediği kadar ceza almamasını polemik konusu yapmanın bir faydası yok. Meselenin siyasi boyutuna gelince, Brunson meselesi psikolojik bir faktör olarak Türk-Amerikan ilişkilerine gereksiz bir yük veriyordu. Bundan kurtulunmuş olması birtakım yapısal meseleleri ele almak için önemli bir zemin oluşturdu. Bazı konular var ki, mesela vize krizi, Halk Bank davası, yine Atilla davası, bu Brunson meselesi, bunlar yapısal sorunlar değil. Yapısal sorunların çözülmemesinden dolayı ortaya çıkan ek sorunlar.
Yapısal sorunlar nedir mesela? Onları da açalım.
“ŞİMDİ KARŞI TARAFIN YAPMASI GEREKENLER VAR”
Suriye’nin kuzeyinde PKK-PYD’ye verilen destek, FETÖ liderinin iade edilmemiş olması, İran’a yaptırımlarla ilgili olarak Türkiye ve Amerika’nın farklı perspektiflerde olması. Yine Türkiye’nin Rusya’yla yakın ilişkilerinin, S-400 meselesi de dâhil olmak üzere Amerika tarafından nasıl görüldüğü. Müttefiklik anlayışının değişmesi. Stratejik ortaklığın içinin boşaması. Bu konuların ikili ilişkilerdeki yapısal sorunlar olduğunu söyleyebiliriz. Brunson gerginliği bunların ele alınmasını engelliyordu. Şimdi tabi karşı tarafın yapması gerekenler var. Halk Bank meselesinin sonuçlanması lazım. Yine Hakan Atilla meselesi ve yaptırımlar da kaldırılmalı.
Mesela bu Kaşıkçı olayından sonra da Amerika’nın Türkiye’ye bakışında olumlu bir değişiklik oldu mu?
“TÜRKİYE’YLE NİTELİKLİ İŞ BİRLİĞİNE GEREK VAR.”
Aslında hem Batı başkentleri için, hem Washington için, bu olaydan şu mesaj çıktı: Bir kere Türkiye Ortadoğu’daki birçok meselenin içinde olan ve bir şekilde ilişkili olan ülke olarak yakın iş birliği içerisinde olunması gereken bir yerde. Bu mesele Suudla ilgili bir meseleydi, ama İstanbul’da oldu. Türkiye’yle nitelikli bir iş birliğine gerek var. Kaşıkçı olayı olumlu bir hava oluşturur mu? Meselenin nasıl yönetildiğine bağlı. Türkiye’nin gösterdiği sorumlu ve etkin tutum takdire şayan. Washington, İsrail ve bazı Körfez ülkeleri ile kurmaya çalıştığı ittifakın meşruiyet zemininin sorunlarını görmeli. Cesaretlendirdiği veliahtların bölgede yaptığı tahribatın farkında olması lazım. Bu arada, Türkiye’nin tavrının Batı basınında çıkan, Türk-Suud rekabeti, Sünni dünyadaki liderlik çekişmesi gibi iddialarla alakası yok. Bunların bir karşılığı olsaydı Ankara’dan en başından itibaren sert açıklamalar gelirdi. Başından beri gösterilen devlet ciddiyeti ikili ilişkilerin önemini bilen, ama böyle bir olayın üstünün örtülemeyeceğini de ortaya koyan bir denklemde yürüyor. Bunu stratejik avantaj ya da birtakım fırsatçılık olarak görmemek lazım.
FETÖ elebaşı Gülen’in iadesinde bir olumlu adım bekler misiniz?
Yakın vadede beklemiyorum. Gülen networkünün istihbarat örgütlerince kullanışlı görüldüğü açık. ABD’nin bu örgütle olan ilişkilerini ortaya koyacak bir şekilde bir iadenin onlar açısından şu aşamada mümkün olduğunu düşünmüyorum.
Peki, S-400’ler konusuna gelirsek. S-400 anlaşmasını Türkiye ve Rusya iptal etmeyecek, öyle görünüyor. Dolayısıyla F-35’ler meselesi ve Amerika’nın alacağı tavırda bir değişiklik yine bekliyor musunuz?
“TÜRKİYE ESKİ PROFİLİ ÇOKTAN DEĞİŞTİRDİ.”
Meselenin makro boyutu Rusya’nın artan nüfuzuyla ilgili. Bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin Rusya’yla savunma alanındaki yakınlaşmasını ABD bir süredir sorun ediyor. ABD’nin dünyadaki küresel rolünü yeniden tanımladığı bir dönemde sadece Türkiye’yle değil diğer müttefikleriyle de aslında bazı temel politikalarda ayrıştığını görüyoruz. Bunlardan bir tanesi, Rusya’ya karşı nasıl bir politika yürütüleceği. Türkiye ABD’den güvenlik ve savunma konularında beklediği işbirliğini bulamıyor. Aksine Washington, YPG’ye silah verilmesi gibi müttefiklikle hiçbir şekilde açıklanamayacak hatalarda ısrar ediyor. Bu yetmezmiş gibi, Türkiye’nin kendi güvenlik kaygılarıyla ilgili olarak elindeki enstrümanları çeşitlendirmesini de engellemeye çabalıyor. Asimetrik bir ilişki anlayışında ısrarcılar. Şunu fark etmiyorlar: ABD’nin müttefiklerine yaklaşımı değişiyor, doğru ama Türkiye’nin de kendine bakışı, bölgesel ve küresel rolüne yaklaşımı değişti. Türkiye klasik anlamda NATO içerisinde pasif olan, ikincil konumda olmayı kabul eden bir ülke olamaz. Dolayısıyla Türkiye eski profili çoktan değiştirdi. Kudüs olayında görüldüğü üzere küresel denklemde Türkiye doğrudan ABD’nin karşısında yer alabiliyor. Bu yeni yaklaşım tamamen dünyada değişen stratejik ilişkilere uyum çabası. İdeolojik temelli bir yaklaşım söz konusu değil. Şu gözden kaçırılmasın, ABD yaptığı hamlelerle müttefiklerinin ve hasımlarının yeni arayışlara gitmesinin kendi eliyle bizatihi önünü açıyor. Her yıl yüzlerce milyar dolar açık veren ABD bütçesinin sorunlarını çözmek için Washington II. Dünya savaşı sonrası kurduğu düzeni kendi elleriyle yıkıyor. Herkesin bu yeni gerçekliğe hazırlanması lazım.
Şimdi Münbiç meselesine ve YPG, PYD meselesine gelecek olursak tarafı çok belli Amerika’nın ve bu Türkiye’nin de bir kırmızıçizgisi. Bu noktada nasıl bir ilerleme söz konusu olabilir?
“ABD’YLE İYİ İLİŞKİ MÜMBİÇ’LE BAŞLAYABİLİR”
Münbiç’le alakalı Pompeo’yla Çavuşoğlu arasında Haziran ayında varılan bir uzlaşı var, bu uzlaşının hayata geçirilmesi lazım. Birlikte çalışma meselesinde bir yavaşlık var, bunun hızlanması lazım. Genel olarak baktığımızda eğer ABD tarafı Türkiye’yle bu meseleleri çözme yönünde bir irade belirlerse o zaman ilk başlanacak yer bence Münbiç. Birbiriyle çatışan menfaatlere sahip Türkiye ile Rusya, Suriye’de birlikte çalışabiliyorsa bunun Amerika gibi bir klasik müttefikle yapılamıyor olması çok ciddi bir sorun. Münbiç bir başlangıç noktası olabilir. Münbiç, Türkiye’yle ABD’nin Suriye’de iş birliği yapabilmesinin bir modeli olabilir. Aksi durumda yollar gittikçe birbirinden ayrılma trendinde.
O zaman geleneksel müttefiklik tabirine geri dönülmenin yolları açılabilir belki.
Eski ittifak anlayışına dönmek imkânsız. Türkiye’nin hep ikincil görüldüğü bir müttefiklik anlayışı hiçbir şekilde çalışmaz. ABD’nin kendi klasik müttefiklerine yaklaşımı yeniden tanımladığı bir dönemde eskiye dönmek iki taraf için de ihtimal dışı. İkili ilişkilerin hızla tamir edilmesini beklemek de rasyonel değil. ABD ile son 5 yılda ilişkilerimizi bozan en önemli şey, ABD’nin Suriye politikası. Baştan topa sert giren Obama, sonrasında bir süper güçten beklenen o kadar çok şeyi yapmadı ki Suriye iç savaşının bölgemizde bir kara delik haline gelmesine sebep oldu. Hatalı Irak işgalinden alınan yanlış ders çok maliyet üretti. Suriye ile uzun sınırı olan ülkemiz terörden mülteciye ve hatta iç türbülansa kadar çok sayıda meydan okumayla karşılaştı. Washington’un hala YPG’yle çalışması bizim için hiçbir türlü kabul edilebilir bir şey değil. Görüştüğüm ABD’li yetkililer YPG’nin PKK’nın kolu olduğunu reddedemedikleri halde, şunu söylüyorlar: “Biz onlara silahlar veriyoruz, bunları size karşı kullanmayacaklar. Biz orada bir devlet kurmaya çalışmıyoruz, Türkiye’ye karşı bir oluşum içinde değiliz.” Ben de tersinden şöyle söylüyorum: varsayalım ki ABD’nin Meksika sınırındaki bir terör örgütüne Türkiye’nin silah verdiğini hayal edebiliyor musunuz? Size bir tehdit oluşturma niyetinde olmadığımızı söylesek ne anlama gelir? Müttefik olarak birlikte mücadele etmemiz gerekirken bir terör örgütünü kollamak ne demek? Eğer söyledikleri gibi üniter bir Suriye istiyorlarsa yapacakları şey Türkiye’yle çalışmak. Türkiye, Rusya ile çalışabilirken niye Amerika’yla çalışamasın? Washington ileriye yönelik olarak İran’ın bölgesel yayılmacılığı bir şekilde sınırlandırılmak istiyorsa, yine Türkiye’ye ihtiyacı var. Ama amansız bir kutuplaşmayla Körfez’le İran’ı boğaz boğaza getiren ya da Körfez’in veliahtların hırslarını pompalayan bir şekilde yapılmaması gerekiyor. Kaşıkçı olayı aslında bu cesaretlendirmenin bölgeye ne kadar sıkıntı getirmeye aday olduğunu da gösteriyor. Türkiye gibi dengeleyici bir ülkenin bölgemizde önemli bir rol üstlendiğini ve istikrar adası olduğunu görmek gerekiyor. Rusya bile bunu kısmen görmüşken Amerika’nın bunu görmemiş olması çok büyük bir dar görüşlülük ve yanlışta ısrar etmek.
Peki, AB’yi sormak istiyorum. Türkiye yeni bir başlık açma noktasında. Siz AB meselesine nasıl yaklaşıyorsunuz?
“AVRUPA’NIN KENDİ GELECEĞİ BELİRSİZ”
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri birkaç düzlemde ele alınması lazım. Gidişat, Türkiye-AB ilişkilerinden ziyade, Türkiye ve Avrupa ülkeleri arasındaki ikili ilişkiler düzlemine geçti. Malum, 2005-2006’dan sonra Avrupa Birliği sürecimiz tıkandı ve geldiğimiz noktada Cumhurbaşkanımızın da açıklamalarıyla ciddi-ciddi sorgulanan ve Avrupa’nın niyetinin ne olduğunu tartışan bir yere geldik. Çünkü Kopenhag kriterlerine sahip olmayan ülkelerin bizden sonra kabul edildiği bir AB’nin Türkiye’yle ilişkisini oturtamadığını görüyoruz. Yabancı düşmanlığının ve aşırı sağın güçlendiği bir Avrupa’da Türkiye’yi istemeyen bir siyaset trendinin de pekiştiğini tespit etmek zor değil. Tabii bir de Avrupa’nın kendi geleceği de belirsiz.
Avrupa bence Trump’ın daha da açık ettiği bir yeni küresel dönüşüm çağında bir kere öncelikle kendi geleceğiyle ilgili karar verme aşamasında. Brexit nasıl olacak? Avrupa kendi içinde bir bütünlük oluşturabilecek mi? Şimdi İtalya’dan gelen çok ciddi eleştiriler var. Aşırı sağ hareketler gittikçe güçleniyor, bunlar merkez sağ siyaseti belirliyor. Birçok Avrupa ülkesinde iktidar ortağı haline geldiler. 1-2 milyonluk mültecinin Avrupa’ya gelmesinin bile bu kadar aşırı sağ partileri güçlendirdiği, demokrasiyi sıkıntıya soktuğu bir dönemde Avrupa başkentlerinde Türkiye’nin üyeliğini kaldırabilme liderliğini gösterebilecek güçte lider görmüyorum. Yani ne Merkel, ne Macron bu liderliği gösterebilecek bir yerde. Kaldı ki Türkiye, onların bir zamanlar ikincil konumda Birliğe almak istediği bir ülkeydi. Türkiye şu an Avrupa Birliği’ne girerse oradaki karar verici 3-4 ülkeden birisi konumuna gelir, bunu da Avrupa kaldırabilir mi, hazmedebilir mi? Böyle bir cesur karar almış olsalardı Avrupa’nın dünya siyasetindeki iddiası daha büyük olurdu. Hem Ortadoğu, hem Kafkaslar, hem de Akdeniz ve Karadeniz’le ilgili olarak. Ama ben Avrupa’yı şu anda öyle bir yerde görmüyorum. Dolayısıyla yakın vadede Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini tam üyelik süreci yürümeden nasıl yönetebileceğimizi de konuşmamız lazım. Müzakere süreci tıkalı olsa bile diğer konulara, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, vize serbestiyeti, mülteciler meselesi gibi pozitif işbirliği alanlarında yola devam edilebilir. Avrupa başkentlerinin Suriye’de Türkiye ile işbirliğine yönelmesi olumlu. 27 Ekimde İstanbul’da toplanacak dörtlü zirve önemli bir adım. Avrupa’nın Türkiye’nin stratejik önemini yeniden fark etmeye başlaması da ayrıca kıymetli. Bitmek bilmeyen Erdoğan karşıtlığı havasından hızla çıkmaları gerekiyor, çünkü bu onların siyasetlerini de esir alan hale geldi artık.
[Akşam, 22 Ekim 2018, Röportaj: Pınar Işık Ardor]