Medyaya konuşmaktan bitap düşmüş yorgun parti yöneticileri bir kez daha kendi örgütleriyle medya üzerinden konuşmak "zorunda kalmak"tadırlar.
Modern zaman ütopyalarından biridir kaçmak. Sükûnetin ve huzurun uzaklarda, yaşanılan mekânın dışında bir yerlerde olduğu varsayılır. Aşırılıktan ve kaostan özgürleşmenin hayalidir bu. Bu hayal, tarihin dışına çıkmak anlamına gelir mi bilinmez ama bu hayalin peşinden gitmek, giderek aşırılığın ve kaosun yeniden üretimine dönüşen modern siyasetin dışına çıkmakla eşdeğer sayılabilir. Aşırılığın ve kaosun yeniden üretim sürecindeki en önemli aygıt, enformasyondur. İçerik olarak değil, bizatihi bir teknoloji olarak enformasyon. Tam da N. Postman'ın söylediği anlamda bağlamsız ve metalaşmış enformasyon. Huzurcu ütopya, enformasyon alanının dışına çıkmayı, örneğin cep telefonunu kapatmayı, gazete ya da televizyona maruz kalmamayı arzular. Oysa yaşadığımız dönemin siyasal insanı için bu bir risktir. O, kültürlü insandır. Enformasyonla kültürlenmiş, bilen, hatta 'çok bilen' öznedir. Enformasyondan kopmak, siyasal felç anlamına gelir. Bu, bir alış-veriş süreci, bir sembolik değiş-tokuştur: Enformasyonla beslenen siyaset, siyasetten beslenen enformasyon. Bu ilişki aracılığıyla, siyasal eylemin kendisi, giderek medyatik bir gösteriye dönüşmekte, medya da siyasal işleyişin merkezine oturmaktadır. Burada söz konusu olan, sadece medyanın siyasetin başat konuşma aracına dönüşmesi, siyasetin topluma medya üzerinden sözünü dolaylı bir biçimde söylemesi değil, siyasetin sürekli medyaya ses vermesi, Demos'u değil medyayı asli muhatabı saymasıdır.
Medya demokrasisi Feuerbach, "çağımız göstergeyi gösterene, kopyayı orijinale, temsili gerçeğe ve görüntüyü öze tercih etmektedir" der. Bugünün Türkiye'sinde siyasal eyleme ve söze kaynaklık eden, her zaman yakıcı bir toplumsal sorunla yüzleşme kaygısı olmamaktadır. Hatta çoğu zaman söz konusu eylemin kökeninde yatıştırılması ya da oluşturulması arzu edilen bir gündem yer almaktadır. Medyada inşa edilen gündemler, bir süre sonra J. Baudrillard'ın deyişiyle "gerçekten daha gerçek" bir hal almakta ve siyasal inşa bu "yeni gerçeklik" üzerinde yükselmektedir. Siyasal alanın farklı kanatlarında konuşlananlar, siyasal performanslarını sergilerlerken bir yandan bu gündemleri tüketmekte, diğer yandan yeni gündemler oluşturmaya yönelik çaba sarf etmektedirler. Bu süreçte siyasi etkinliğin başarı ölçütü olarak medya görünürlüğü ihdas edilmekte, köşe yazarları "stratejist" konumuna oturtulmakta, yayın yönetmenlerinin desteklerini alabilmek için türlü türlü çabalar sarf edilmekte, politikacıların "imaj ve ilişki yönetimi"nden sorumlu basın danışmanları giderek en ayrıcalıklı konumlara gelmektedir. Kendisini medyanın taleplerine uyarlayan, diksiyonu düzgün, presentabl politikacı figürü, siyasetin medyaya yönelik bir etkinlikler bütününe dönüşmesinin en önemli ajanlarından biri olmaktadır. Bu medya düzenekli siyaset ortamı içinde, siyasal partilerin "örgüt içi iletişim"leri de ilginç bir hal almaktadır. "İç iletişim" dışarıda yürümekte, medya üzerinden akmakta, medyaya konuşmaktan bitap düşmüş yorgun parti yöneticileri bir kez daha kendi örgütleriyle medya üzerinden konuşmak "zorunda kalmak"tadırlar. Örgütlü parti mensupları ise toplumla liderlerinin medyadaki beyanları üzerinden konuşabilmekte, o beyanları ortamına uygun biçimde yeniden üretmektedirler.
Tek taraflı aktarım kültürü Sağlıklı bir kamusal iletişim ve müzakere ortamının oluşumuna, toplumla değil medyayla diyalog kurmaya çalışan siyasetçi prototipinin katkıda bulunabildiğini söylemek zor. Diyalog yerine monologu, iletişim yerine iletimi oturtan tek taraflı aktarım kültürü giderek siyasal hayatımıza daha fazla etki etmektedir. Siyasal kampanya ideolojisi ise, seçim dönemlerinde halkla buluşmayı değil, halka lider göstermeyi ve medya görünürlüğüne yeni bir boyut kazandırmayı hedefleyecek bir süreç işletmekte ve bu tek taraflı aktarım kültürünü beslemektedir. Zira söz konusu ideolojinin temelinde yatan reklâm felsefesi, "pozisyon almayı" ve "hesap vermeyi" değil, "önerme kullanmaksızın" yuvarlak ifadelerle "sempati toplamayı" hedeflemektedir. Bugün ne yazık ki bahsi edilen tek taraflı aktarım kültürü ve toplum yerine medya ile konuşma çabası, gerçek bir gürültü ve diyalogsuzluğun, topluma ulaşamamanın, bireyi yok saymanın, çocuğu görmemenin, kadını tanımamanın, engelliye yüz çevirmenin, yoksulu unutmanın ve siyaseti olgun, sağlıklı, üst-orta sınıf erkekler arasındaki bir iktidar mücadelesine sıkıştırmanın önemli araçlarından birisi durumundadır. Belki de bu aşırılık ve kaos ortamında huzurcu ütopya yerine "kamusal hayır"ın teminatı sayılabilecek bir "kamusal aklın" koşulları üzerinde düşünmekte ısrar etmek gerekiyor. Ki J. Rawls buna "gerçekçi ütopya" diyor.