31 Mart seçimleri ilginç bir sonuç ortaya çıkardı. Cumhur İttifakı ve özel olarak da AK Parti 24 Haziran seçimlerinde aldığı oy oranının altına düşmedi, hatta oylarını artırdı. Ancak sonuçta AK Parti önemli belediyeleri rakiplerine kaptırdı. Başka bir ifadeyle, CHP-İYİ Parti 24 Haziran seçimleriyle karşılaştırıldığında oy tabanını genişletememesine, hatta altına düşmesine rağmen önemli belediye başkanlıklarını aldı. Bu hesabı yaparken 24 Haziran’da CHP’den HDP’ye giden ödünç oyların geri dönmüş olmasını ve HDP’nin Batı’da nerdeyse blok halinde CHP adaylarını desteklemiş olmasını not etmek gerekir.
Yerel seçimle genel seçim arasında bir karşılaştırma bizi yanıltır diyenler olabilir. Belediye meclis üyeliği seçimlerindeki oy oranları bu karşılaş-tırmayı mümkün kılmaktadır. Aynı zamanda çok iyi biliyoruz ki AK Parti iktidarının yerel seçim performansı genel seçim performansına oranla her zaman daha aşağıda olmuştur. Peki bu tabloyu nasıl okumak gerekir?
İki-partili siyasi yapı
Buradan çıkarılacak iki önemli sonuç var. İlk olarak, CHP kurduğu ittifak sistemiyle kendi oy oranının yetersizliğine rağmen ciddi bir başarı elde etmiştir. CHP’nin peyderpey iki-partili bir yapıya bürünen siyasi şartlar altında stratejik olarak en doğru hareket eden parti olduğunu teslim etmek gerekir. CHP böylece 17 yılın sonunda AK Parti’yi sandıkta durdurmayı başarmış, müttefiki İYİ Parti’ye pastadan nerdeyse hiç pay vermeden yanın-da tutmuş, 24 Haziran’da baraj üstünde tutarak meclise sokmak için HDP’ye verdiği ödünç oyların ödülünü misliyle almıştır.
İkinci olarak, Türkiye’de siyasi sistem iki-partili bir yapıya kavuşmuştur. İki-partili yapıdan kasıt partilerin birleşmesinden ziyade iki siyasi model altında partilerin peyderpey daha sorunsuz bir şekilde bir araya gelmiş olmasıdır.
Bir tarafta AK Parti ile MHP milli iradede temellenen demokratik bir rejim, başkanlık sistemiyle kurumsallaşmış bir yönetim sistemi ve yerli-milli siyaset ile ideolojik renge sahip bir toplumsal bütünlükten müteşekkil bir siyasi model ortaya koymaktadır. Diğer tarafta ise CHP-İYİ Parti-HDP-SP araların-daki devasa ideolojik farklılıklara rağmen bu modeli reddetmek kaydıyla bir araya gelmektedirler. Yani ortada “yapmak isteyen” bir partiyle, “yapı-lanı bozmak isteyen” bir partinin varlığı söz konusudur.
AK Parti-MHP ittifakının avantajı milletin önüne somut bir modelle çıkmış olmasıdır. Bir düzen fikrine sahip olmak siyasi aktörlere genel seçim-lerde her zaman büyük bir fırsat sunar. Düzen hissi uyandırmak toplumun desteğini almak noktasında oldukça önemlidir. Bu ittifakın dezavantajı ise karşısında oy çokluğunu alma potansiyeli taşıyan –özellikle söz konusu yerel seçimler olduğunda– bir siyasi bloğun yer almasıdır. Türk milliyetçisi İYİ Parti ile Kürt milliyetçisi HDP arasında köprü kurmayı en sonunda başaran Kemal Kılıçdaroğlu’nun kimliksizleşen CHP’sinin bunda rolü büyük-tür. 7 Haziran seçimleri bir kenara bırakılacak olursa muhalefetin temel sıkıntısı eski Türkiye ile PKK-HDP’yi bir türlü yanyana getirememekti. Ancak 2010 yılından itibaren CHP’de yaşanan dönüşüm –bu birlikteliğe karşı çıkanların partiden tasfiye edilmesi, diğerlerinin ise bu fikri kabullenecek ideolojik kıvama gelmiş olması– sayesinde bu sorun aşılmış oldu. Böylece özellikle İstanbul, Adana, Mersin, Antalya ve İzmir gibi şehirlerde CHP-İYİ Parti-HDP üçlüsünün toplumsal çoğunluğu elde etmesi mümkün hale geldi.
CHP ve müttefiklerinin oluşturduğu bloğun dezavantajı milletin önüne somut bir siyasi model, seçenek sunamamalarıdır. Yerel seçimlerde ve ge-riden gelen muhalif bir siyasi aktör için bu durum büyük bir sorun teşkil etmeyebilir. Ancak genel seçimler söz konusu olduğunda ve aynı zamanda iktidar konumunda bulunulduğunda modelsizlik ciddi bir zayıflık ve handikaptır. Topluma bir düzen sunamayan siyasi aktörlerin genel seçim kazanması ya da siyasette uzun süre tutunması pek mümkün değildir. Görüntü ve vitrin adaylarla insanların gözü boyanarak iktidar ele geçirilebilir ancak elde tutulamaz. Unutmamak gerekir ki CHP’nin İstanbul ve Ankara başta olmak üzere elde ettiği başarı yeni bir yönetim modeli sunmasında değil, susmasında aranmalıdır. Bu susma durumu çok iyi kullanarak ya da pazarlayarak CHP sanki kucaklayıcı, makul ve ayakları yere basan bir siyasete sahipmiş imajı oluşturuldu. Oysa bu suskunluğun ardında ne yapacağını bilememek ya da daha kötüsü yapacaklarını halktan gizlemek dürtüsünün yattığına dair ciddi işaretler söz konusu. Adayların seçim esnasında ve sonrasında suskunluklarını bozduğu anlarda düşüş yaşamasına karşı adeta tek bir merkezden yönetiliyormuş gibi hemen önlem alınması bu duruma işaret etmektedir.
AK Parti’nin ev ödevi
Bu ittifakın tek avantajı çoğunluğu sağlama konusunda yaşanan –özellikle CHP siyaseti göz önüne alındığında– sıkıntıları en sonunda aşacak noktaya gelmiş olmasıdır. Bunda CHP’nin siyasete hiç bu kadar ihtiyaç duymamasının rolü büyüktür. Bürokratik oligarşi ve büyük sermayenin gücüyle siyasetteki varlığını sürdüren bu parti, bu iki gücün milli irade ve siyaset kurumunun etkinliğinin artışıyla iktidar mücadelesinde dengelenmesi sonucu daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalmıştır. Muhtıra veren bir askeriyenin yoksunluğu ve medya önünde parmak sallayan patronların geriye çekilmiş olması CHP ve yandaş sivil toplumunun siyasette daha fazla varlık göstermesinin yolunu açmıştır. CHP’nin millete ve sandığa bağımlılığı artmıştır.
Tüm bunlardan AK Parti için çıkarılacak sonuç strateji geliştirme konusunda eskiye nazaran çok daha sıkı çalışması gerektiğidir. AK Parti gibi gücünü sandıktan alan bir siyasi aktör için toplumsal çoğunluğun desteğini alamamak oldukça ciddi bir sorun teşkil etmektedir. CHP-İYİ Parti-HDP-SP dörtlü bloğunu parçalayamadığı veya bu bloğu oluşturan partilerin seçmen tabanının bir kısmını koparıp kendine çekemediği sürece iktidarı garanti altında olmayacaktır. Ayrıca, siyaset dışı süreçlerin –mesela ekonomik sıkıntılar ve uluslararası krizler– her zaman ihtimal dahilinde olması ve kendi sosyolojisinin değişken bir yapıda olması seçmenini konsolide etme konusunda sıkıntı yaşamasına da sebep olacaktır.
AK Parti artık siyaset kurumunu rahatça arkasına alıp bürokratik vesayete karşı mücadele veren bir parti konumunda değildir. Rakiplerinin sandığı ciddiye almaya başladığı bir döneme girilmiştir. Artık iktidar mücadelesinin yeni cephesi sandıktır. Bu seçimlerde çok iyi görülmüştür ki sandık ve karşıtları karşıtlığına yaslanarak milletin önüne çıkmak kazanmak için yetmemektedir. Hatta bu söylemin önemli ölçüde ters teptiği gözlemlenmektedir. AK Parti milli irade ve toplumun genelinin çıkarlarını en iyi temsil eden parti olarak kendisini yeniden dizayn etmek zorundadır. Keza rakiplerinin sandık ve milli irade karşıtlığının doğurduğu milletle zahmetsiz bağ kurma durumu AK Parti’nin zamanla milletle bağının belli ölçüde zayıflamasına yol açmıştır. AK Parti köklerini ve siyasi hikayesini yeniden hatırlamak, kendi yapısını ve stratejisini yeni şartlara göre belirlemek zorundadır. İçinde bulunduğu siyasi şartlar ve rakiplerinin değiştiğini çok geç olmadan anlamak zorundadır.
CHP açısından ise durum biraz daha farklı gözükmektedir. Çoğunluğu kendi tarafında tutma konusunda elde edilen becerinin demokratik rejimi gerçek manada kabullendiğini göstermesiyle tasdik edilmesi gerekmektedir. CHP’nin demokrasiden en ufak bir sapma göstermesi millet tarafından hemen cezalandırılacaktır. Tarihi tecrübeler ışığında CHP’nin bu konudaki kredisinin çok az olduğunu hatırlatmaya gerek yok. Millet şu an CHP’nin demokrasiye olan bağlılığını test etmektedir. Ayrıca anti-demokratik bir tutum göstererek İttifak ortaklarını da zor durumda bırakacaktır.
İmamoğlu’nun sınavı
Örneğin, CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını almadan belediye başkanı gibi hareket etme-si partinin eksi hanesine yazılmış durumdadır. İmamoğlu çok kötü bir sınav vermiştir. Seçim kampanyası sürecinde hata yapmamak için gösterdiği dikkati birden zafer sarhoşluğuyla bir kenara bırakarak kibirli bir tavır sergilemesi millette İmamoğlu’nun demokrasiye bağlılığına dair soru işaretleri doğurmuştur. Sermayesini tehlikeye attığını fark eden İmamoğlu mazbatasını almış muzaffer belediye başkanı görüntüsü veren etkinliklere bir son vererek ya da dozajını düşürerek seçim kampanyası sürecinde izlediği “halk adamı” imajına geri dönmek zorunda kalmıştır. İstanbul’da bir semt pazarını ziyaret ederek halkla bol bol fotoğraf çektiren ve gülücük dağıtan İmamoğlu mazbata fiyaskosunun üstünü örtmek adına fildişi kulelerinden inerek halkın arasına karışmak ve kucaklaşmak zorunda kalmıştır.
CHP’nin demokrasiye ve milli iradeye olan inancının kolay yerleşiklik kazanamayacağı açıktır. Çünkü CHP siyaset-dışı yöntemlerle iktidara tu-tunan ve milli iradeye karşı konumlanmış, sermaye ve bürokrasi gibi iktidar odaklarının temsilcisi olmanın ötesine geçebilen bir siyasi parti değildir. Başkanlık sistemi konsolide oldukça ve siyaset kurumu güçlendikçe CHP’nin olumlu yönde ilerlemesi muhtemeldir. Bunun gerçekleşmesi için CHP’nin seçimlerde başarı elde etmeye devam etmesi ve kitle partisine dönüşerek demokrasiye inancını pekiştirmesi gerekmektedir. İlk başarısızlıkta eski Jakoben kimliğine rücu etmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Seçimlerde başarının yolu da en azından ilk etapta ittifak ortaklarını kendi yörüngesinde tutabilmesinden geçmektedir. 31 Mart’ta kârlı çıksa da uzun süreçte ganimet paylaşımı konusunda müttefiklerine çok daha cömert davranmak zorun-da kalabilir. Seçimlerin hemen ardından İYİ Parti’de gerçekleşen önemli isimlerin istifaları ve istifa dedikoduları bu bloktaki rahatsızlıkların büyüyerek devam edeceğinin sinyallerini vermiştir.
[Star, 6 Nisan 2019].