İsrail sık sık ve haklı olarak bir apartheid rejimi olmakla itham ediliyor. Peki nedir bu rejim, nasıl ayırt edilir? Apartheid sistemik bir ırkçılığa dayalı olarak "öteki" ırka mensup fertlerin ayrıştırılması, bu ayrıştırmanın kurumsallaşması ve gündelik hayatın olağan akışını sürdürmek için gereken hemen her aktivitede etkisini hissettirmesidir. Her ne kadar kavram Güney Afrika'daki beyazların siyahlara dayattığı rejim için kullanılmış olsa da bugünün dünyasında bu rejimin ideal örneğini İsrail oluşturmakta. İsrail'deki apartheid rejimi Arap vatandaşları ikinci sınıf bir zümre olarak kodluyor, işgal altındaki Filistinlilerin hareket özgürlüğünü ve dahi yaşama hakkını sistemli bir şekilde ihlal ediyor ve İsrail'in işgal sırasında yerlerinden ettiği milyonlarca Filistinliye evlerine dönüş izni vermiyor.
Özetle Filistinler İsrail tarafından paramparça, kopuk ve insanca yaşamak için gereken pek çok haktan mahrum halde bırakılmış durumdalar. Gazze'ye sıkışmış iki milyonun üzerindeki Filistinli burada açıkhava hapishanesi koşullarında yaşıyor. Sağlık hizmetlerinin aksadığı, hatta Hamas'a misilleme bahanesiyle hastanelerinin bombalandığı, doktor ve hemşirelerin katledildiği bu bölgede ilaçtan gıdaya temel ihtiyaç malzemelerine erişimde büyük sıkıntılar yaşanmakta.
Batı Şeria'daki iki buçuk milyonun üzerindeki Filistinli ise İsrailli yerleşimcilere ayrılan ve giderek genişleyen bölgeler yüzünden kantonlara hapsolmakta, kontrol noktaları ve duvarlarla parçalanmış hayatlar yaşamaktalar. Doğu Kudüs'teki 300 bin Filistinli ise ne içeride ne dışarıda bırakılmış, ne İsrailli ne de tam olarak Filistinli sayılmış, iki arada arafta yaşamaktalar.
İsrail vatandaşı olan 1,8 milyon Filistinli ise sadece fiilen değil yasal olarak da ikinci sınıf vatandaşlar. Kanunen Yahudi devleti olarak tanımlanan bir ülkenin eşit yurttaşı değil tebaası durumundalar. İsrail Parlamentosunun 2018'de kabul ettiği "ulus devlet" kanununa göre İsrail resmen bir Yahudi devleti. Bırakalım işgal altında yaşayan Filistinlileri, İsrail nüfusunun yüzde 20'sini oluşturan İsrail vatandaşı Filistinliler bile yasal olarak ikinci sınıflar. Söz konusu kanun metni İsrail'i Yahudilerin devleti olarak tanımlamakta ve self-determinasyon yani kendi kaderini tayin hakkının sadece Yahudiler için geçerli olduğunu belirtmekte.
İsrail'in yazılı bir anayasası yok, bunun yerine Temel Yasalar olarak anılan bazı kanunlar anayasa işlevi görüyor. İşte bu "ulus devlet" yasası da 14. temel yasa olarak İsrail'in fiili anayasasında yerini almış oldu. Nitekim kanun teklifinin kabulünden sonra Başbakan Netanyahu da İsrail'in manevi kurucusu sayılan siyonist Theodore Herzl'e atıfla kutlamış ve "İsrail'in Yahudilerin ulus devleti" olduğunu belirtmiştir. Yani İsrail, vatandaşlarına "Dinin, ırkın, nesebin ne olursa olsun hepimiz aynı ulusun fertleriyiz" demiyor. Doğrudan Yahudi ırkı üzerinden tanımlanan ve Arap vatandaşları kategorik olarak dışlayan bir yasadan ve sistemden bahsediyoruz.
Dahası her alanda İsrail'in Yahudi ve Arap vatandaşları arasında derin bir uçurum söz konusu. İsrailli Araplar Yahudilerden daha yoksullar ve bebek ölüm oranları aynı şehirde yaşayan Yahudilerin üç katı oranında, ortalama bir Yahudi çocuğa harcanan eğitim bütçesi ortalama bir Arap çocuğuna ayrılan miktarın iki katı. Dahası İsrail vatandaşı Araplar İsrail vatandaşı olmayan biriyle evlendiklerinde eşlerinin ülkeye taşınmasından vatandaşlık almasına kadar her süreci Yahudilerden farklı ve zor bir şekilde yaşıyorlar. Pek çok durumda ya evlenecekleri eşlerinden ya da yurtları Filistin'den vazgeçmeleri bekleniyor. Yahudiler tüm dünyadan gelip İsrail'e yerleşebilir, vatandaşlık alabilirken Filistinliler için hareket özgürlüğü tek yönlü, Filistin'den ayrılmaları için İsrail elinden geleni yapıyor.
Yine de İsrail vatandaşı Filistinliler işgal altında yaşayan Filistinlilerden her şeye rağmen daha şanslılar. Zira Gazze, Batı Şeria ve Kudüs gibi işgal altındaki Filistin topraklarında hayat çok daha ağır şartlarda devam ediyor, bazen de edemiyor. Hayatını devam ettirebilen Filistinliler ise evlerinden iş yerlerine gitmek için bile İsrail kontrol noktalarından geçmek, izin belgesi ibraz etmek zorunda kalıyorlar. Zira Filistin toprakları İsrail tarafından sadece işgal edilmekle kalmadı aynı zamanda küçük kantonlara bölünerek aradaki geçişler izne bağlandı.
Duvarlar ve kontrol noktalarının hareket özgürlüğünü ihlal ettiği işgal altındaki Batı Şeria'da evinizden çıkıp tarlanıza gitmeniz bile İsrail'in iznine bağlı. Dahası bugüne kadar BM için hazırlanmış sayısız rapor ve bu sene İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ile İsrailli insan hakları kuruluşu B'Tselem'in yayımladıkları raporlarda da belirtildiği üzere İsrail işgal ettiği Filistin'i parça parça etmeye devam ediyor. Filistin'de bir bölgeden diğerine taşınmak bile izne tabi. Bu küçük kantonlar bir yandan da sağdan soldan İsrail tarafından kemirilmekte ve daha da küçültülmekte.
Zira İsrail Filistinlilerin evlerini Yahudilere vermekte ve yerleşimlerin kurulduğu bölgelere Filistinlileri sokmamakta da ısrarcı. İsrail işgal ettiği Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki 280 yerleşimde 600 bin Yahudiyi barındırmakta. Batı Şeria'da hareketi bu şekilde kısıtlayan İsrail Gazze'yi ise uyguladığı abluka ile yoksulluğa mahkum ediyor ve bölgeyi dışarıdan kontrol ediyor.
Sonuç olarak "İsrail bir apartheid devleti mi?" sorusu plajda oynayan çocukları katleden, hastaneleri bombalayan, insanların evlerini dozerlerle yıkan, doktorları ve hemşireleri öldüren bir devlet için gerekli bir soru mu bilmiyorum. Ancak bu yalın gerçekliğe rağmen halen İsrail'in derdinin Filistin'i ve Filistinlileri ortadan kaldırmak, öldüremedikleri ve kovamadıklarının hayatını ise yaşanılmaz kılmak olduğunu anlamayan varsa belki bu yazıda aktarılanların bir nebze faydası dokunur.
[Sabah, 22 Mayıs 2021].