SETA > Yorum |
Rusya Krizi ve Türkiye'nin Değişen Enerji Jeopolitiği

Rusya Krizi ve Türkiye'nin Değişen Enerji Jeopolitiği

SETA Ekonomi Direktörü Doç. Dr. Sadık Ünay, Türkiye ile Rusya arasında yaşanan gerginliğin bölgedeki enerji jeopolitiğini nasıl etkileyeceğini Al Jazeera için yazdı. Ünay’a göre, Rusya ile yaşanan kriz, Türkiye’nin enerji jeopolitiğini daha dengeli bir yapıda yeniden şekillendirmesi için ciddi bir fırsat olarak algılanabilir.

24 Kasım’da tüm uyarılara rağmen, Suriye sınırından Türkiye hava sahasını ısrarla ihlal eden Rus SU-24 savaş uçağının düşürülmesi ve bir Rus pilotun hayatını kaybetmesi ile başlayan kriz, derinleşerek devam ediyor.

Dünya kamuoyu bölgede güvenlik ve jeostrateji alanındaki gelişmelere odaklanmışken, Putin’in son yıllarda stratejik ortaklık düzeyinde ilişkiler yürüttüğü Türkiye’yi kendince cezalandırmak adına açıkladığı yaptırımlar, krizin muhtemel ekonomik yansımaları hakkındaki tartışmaları iyice canlandırdı.

RUSYA ARTIK GÜVENİLİR BİR ORTAK DEĞİL

Türkiye’nin Rus piyasasında önemli tedarikçi konumunda olduğu yaş meyve-sebze ile tekstil ve inşaat projelerinden başlayan yaptırım adımlarının nereye kadar uzanacağını öngörmek şu an için mümkün değil.

Kendi iç kamuoyuna Rus milliyetçiliğini körükleyen ve güçlü lider imajını besleyen sert mesajlar vermeyi seven Putin’in ifadelerinin tonuna bakıldığında ise, Türkiye’ye kısa vadede zarar verebilecek her türlü ekonomik, ticari ve sosyal yaptırımın ve tabii kritik enerji konusunun gündeme gelebileceğini bilerek tedbirli olmak gerekiyor.

Krizin Türkiye’nin enerji jeopolitiği üzerindeki yansımalarını değerlendirdiğimizde ise kısa vadede gelişmeler nasıl seyrederse seyretsin; orta ve uzun vadede Rusya’nın hâlihazırda enerji denklemimiz içindeki baskın konumunu dengelemeye yönelik stratejik adımların hızla atılması beklenebilir.

Enerji arz güvenliği ve özellikle düzenli doğalgaz tedariki konularını dış politikada bir manivela olarak kullanma konusunda geçmişte sicili hayli karanlık olan Rusya’nın, uçak krizine verdiği abartılı tepkiler sonrasında ne kadar güvenilir bir ortak olmayı sürdüreceği noktasında Türkiye’de oluşan şüpheleri izale etmek artık pek kolay değil.

Bir taraftan proaktif bir dış politika izlerken diğer taraftan ekonomik büyüme ivmesini yüksek tutmak isteyen Türkiye gibi bir yükselen güç için enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve maliyetlerinin düşürülmesi çok büyük önem taşıyor.

ORTA VADEDE KUZEY IRAK VE KIBRIS ÖNE ÇIKABİLİR

Türkiye mevcut enerji ihtiyacının yüzde 72’sini ithal ederek karşılıyor. Bölgemizdeki enerji zengini ülkeler Azerbaycan, Rusya, İran ve Irak’ın önemli kaynak ülkeler olarak öne çıktıkları bir tedarik mimarisi var. Özellikle enerji iletim altyapısı ve legal sorunlar çözülebildiği takdirde orta vadede enerji tedarikçisi olarak Kuzey Irak ve Doğu Akdeniz kaynakları bağlamında Kıbrıs’ın zamanla önem kazanarak öne çıkmaları da kuvvetle muhtemel. Ancak bu gelişmeler elbette kısa vadede beklenebilecek nitelikte değil.

Türkiye’nin cari enerji jeopolitiğinde petrol ve doğalgaz kaynaklarının temini açısından birbiri ile radikal biçimde çelişen bir durum olması, acil değişim ihtiyacının gereğini net biçimde ortaya koyuyor. Petrol ithalinde Irak (5,4 milyon ton), İran (5,1 milyon ton) ve Rusya (4,06 milyon ton) ile birbirine denk sayılabilecek üçlü bir yapı üzerine oturan ve sevkiyatta bir ülkede yaşanabilecek sıkıntılara karşı diğer kaynaklardan hareket serbestiyeti sağlayan daha dengeli bir tedarik zinciri mevcut.

Ancak doğalgaz ithalatında 1990’lı yıllarda altyapısı iyice düşünülmeden yapılan anlaşmalardan (Mavi Akım), bu anlaşmalarda kaçınılmaz olarak yer alan ve ağır yaptırımlar taşıyan “al ya da öde” maddelerinden, son dönemlerde Rusya ile enerji ortaklığı yaparak stratejik ilişkileri güçlendirme isteğinden ve LNG depolama ve dönüşüm tesislerinin inşa edilmesindeki ciddi gecikmeden kaynaklanan son derece dengesiz bir yapı ile karşı karşıyayız.

Dolayısıyla son olaylardan sonra 2014 rakamları ile Türkiye’nin 49 milyar metreküp civarındaki doğalgaz ihtiyacının yüzde 54,7’sini yani 27 milyar metreküplük kısmını tek başına Rusya’dan ithal ediyor olması hem ekonomik hem de siyasi bir hassasiyet kaynağı haline geldi.

Aslında hangi ülke için olursa olsun, doğalgaz gibi hem hane halkı hem sanayi kullanımı hem de elektrik enerjisi üretimi gibi ekonominin önemli alanlarını destekleyen bir enerji kaynağının yüzde 50’nin üzerindeki bir oranda tek bir tedarikçi ülkeden alınması ciddi bir bağımlılık dinamiği oluşturur. Dolayısıyla Rusya’nın son kriz vesilesiyle ortaya çıkan tehdit edici tavırlarının Türkiye tarafından özellikle enerji arz güvenliği çerçevesinde ciddi endişeler doğurması ve enerji jeopolitiğini yeniden tanımlama ihtiyacı oluşturması, aslında geç kalmış ama olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmeli.

ALTERNATİF ARAYIŞLAR

Doğalgaz ithalatında Rusya’nın açık ara ağırlığının ardından yüzde 18,3’lük payla İran, yüzde 12,3’lük payla Azerbaycan ve yüzde 8,4’lük payla Cezayir geliyor. Doğalgaz pazarında Rusya’nın ağırlığını mevcut ve yeni tedarikçiler lehine azaltacak adımların atılması şart. Bu bağlamda Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Bakü ziyareti sırasında TANAP projesinin inşasının hızlandırılarak 2018’de devreye girmesi yönünde imzalanan anlaşma, Azerbaycan’ın Türkiye’nin enerji miksi içindeki görece payını 6 milyar metreküplük bir ilave kapasite ile artıracak önemli bir adım olarak görülmeli.

Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar ziyareti sırasında Katar’dan sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithal edilmesini sağlayacak ön mutabakat anlaşmasının imzalanması, doğalgaz kaynaklarını çeşitlendirme stratejisinin önemli bir uzantısı olarak okunmalı.

24,5 trilyon metreküp toplam doğalgaz rezervi ile dünyanın kanıtlanmış en büyük üçüncü doğalgaz rezervlerinin sahibi ve dünyanın en büyük LNG ihracatçısı olan Katar’la LNG ticaretinin genişletilmesi yönünde atılan adımlar elbette yerinde. Ancak Katar’dan ithal edilecek LNG’nin Türkiye’nin mevcut depolama ve dönüşüm tesisleri altyapısı ile Rusya’dan ithal edilen yıllık 27 milyar metreküplük doğalgazın yerini kısa vadede alması mümkün değil.

Uluslararası Enerji Ajansı analizlerine göre, Türkiye’nin mevcut LNG depolama kapasitesi 3 milyar metreküp, yeniden gaza dönüştürme kapasitesi ise 14 milyar metreküp civarında. Halihazırda BOTAŞ’a ait 6 milyar metreküp kapasiteli Marmara-Ereğlisi dönüşüm terminali ile yine 6 milyar metreküp kapasiteli özel sektöre ait bir dönüşüm terminali İzmir Aliağa'da faaliyette. Ancak Türkiye’nin depolama kapasitesi, ulusal gaz talebinin sadece yüzde 5’ine karşılık geliyor. Avrupa’daki ortalama yüzde 20 seviyelerine ulaşılabilmesi için depolama ve dönüşüm tesislerine milyar dolarlar mertebesinde yatırımlar yapılması gerekiyor.

Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Türkiye’nin şimdiye kadar ihmal ettiği LNG depolama ve dönüşüm tesislerine yabancı yatırımcıları cezbederek ve yap-işlet-devret modelleri oluşturarak ciddi yatırımlar yapması gerekir.

Şu ana kadar Rusya’nın açıkladığı yaptırım paketlerinde enerji konusu gündeme gelmedi. Ancak yaşanan güven erozyonu bu yönde gelişmeler olabileceğine dair endişeleri arttırıyor. Rusya-Türkiye ortak projesi olarak geçen yıl Ankara ziyareti sırasında Putin’in önerisi ile gündeme gelen ve Ukrayna’yı bypass ederek Avrupa’ya enerji aktarmayı öngören “Türk Akımı” projesi ile ilgili olarak henüz yapılmış resmi bir anlaşma yok. Gazprom yetkilileri uçak krizi sonrası bu proje ile ilgili görüşmelerin siyasi nedenlerle askıya alındığını bildirseler de, Cumhurbaşkanı Erdoğan asıl Türkiye’nin istediği ekonomik şartlar karşılanmadığı için Türkiye’nin projeden çekildiğini ifade etti.

Bu durumda en azından orta vadede Türk Akımı ve benzeri grand enerji projelerinin siyasi normalleşme sağlanana kadar buzdolabına kaldırılacağı öngörülebilir. Normal şartlarda Türkiye’nin halen doğalgaz transfer ettiği Mavi Akım ve Batı Hattı hatlarında kesinti yapılması anlaşmalar gereği ağır yaptırımlar içeriyor. Ancak Putin’in uluslararası hukuk tanımayan tavrı, bu açıdan da Türkiye’deki karar alıcıların çok rahat olmalarını engelleyecektir. Kuzey Irak ile Doğu Akdeniz dâhil, alternatif enerji tedarik kaynaklarının devreye alınması girişimleri aralıksız sürecektir.

Rusya ile yaşanan kriz, Türkiye’nin enerji jeopolitiğini daha dengeli bir yapıda yeniden şekillendirmesi için ciddi bir fırsat olarak algılanabilir. Fakat Almanya’dan sonra dünyadaki en büyük doğalgaz müşterisini ve Avrupa’ya doğalgaz transfer etmek için en önemli transit ülkeyi kaybetmenin ne tür ekonomik sorunlar ve maliyetler doğuracağını hesap etmek, düşen petrol fiyatları, değer kaybeden Ruble ve yükselen enflasyon ile boğuşan Putin Rusya’sına düşecek.

[Al Jazeera, 8 Aralık 2015]