Şerif Mardin’in vefat etmesinin ardından onunla ilgili onlarca yazı yazıldı. Hoca ile geçmişte yolu kesişenler ve aynı üniversitede ders verenlerle, Mardin’le ilgili röportajlar yapıldı.
Mardin’in bir bilim insanı olarak “istisnailiği” vurgulandı daha çok bu yazılarda. Mardin’in ele aldığı konular ve konulara yaklaşımı dikkate getirilirken bir anlamda geçmiş döneme ilişkin akademi ve üniversitelerin durumuna dair de epeyce malzeme çıktı ortaya.
Mardin’e dair yazıların en öğretici tarafı, Türkiye’de sosyal bilimlerle ilgili çalışmaların ve üniversitelerin geçmişte nasıl katı ideolojik ve dogmatik bir cendereden geçtiğini göstermesidir.
Mardin’in Türk sosyal bilimlerindeki yerini tartışan yazıların hemen hemen hepsi, doğrudan onun teorik katkılarını değil, ele aldığı konular ve söz konusu konulara yaklaşımını öne çıkarmaktadır.
Bu anlamda, Mardin’in çalışmalarında değerli görülen iki husus ön plana çıkmaktadır.
İlki, araştırma nesnesi yaptığı konulardır. "İslamcılar"ı, muhafazakâr kitleyi temsil eden çevre unsurları ve cemaatleri kimsenin çalışmaya cesaret edemediği dönemde incelemesidir.
İkincisi, ele aldığı konulara yaklaşım biçimi ile ilgilidir. Konuları ideolojik dogmaların ötesinde, bütüncül ve disiplinler-arası bir yaklaşımla ele almasıdır.
Bu iki mesele üzerinden Şerif Mardin’in önemli addedilmesi ya da öneminin ortaya çıkması, aslında bir anlamda "öteki"lerin kendi eksikliklerinin de itirafıdır. Çünkü, bilim insanının ya da daha özel anlamda bir sosyal bilimcinin bu konuları seçmesi “istisnai” bir durum değildir normal şartlarda.
Bir bilim insanının sırf bazı konuları çalışma nesnesi yapabilme cesaretini gösterdiği için büyük addedilmesi, en başta o bilim insanının bilime katkısına ve başarısına haksızlıktır.
O zaman sorulması gereken esas soru şudur: “1970’lerde akademik camiada dinle uğraşmak aslında cesaret işiydi, Şerif Mardin bunu başardı” cümlesinde cesaret gerektiren husus nedir?
Devletin baskısı mı? Kendi ideolojik kampının baskısı mı? Yoksa söz konusu dönemde dünyada hâkim olan bilimsel anlayışın ya da paradigmanın baskısı mı?
Soruların cevabı; bunu söyleyenler bu kısmı hızlı geçseler de, söz konusu dönemde akademideki dogmatik ideolojik yaklaşımdır. Kendi cemaatinin, kendi mahallesinin ve aynı zamanda katı ideolojinin baskısıdır.
Şerif Mardin’i cesaret gerektiren konuları seçtiği için büyük addedenler, söz konusu dönemde kendilerinin uyguladığı “mahalle baskısı” ile yüzleşmekten kaçınıyorlar.
Şerif Mardin’in 2007’de çerçevelendirdiği “mahalle baskısı” kavramı, kendisinin deneyimlerinde epeyce yer tutar.
Ankara Üniversitesi’nde ders verirken gördüğü muameleler, ya da TÜBA bilim üyeliğinin reddedilmesi, kendi mahallesinden gördüğü dışlamaya iki büyük örnektir.
Şerif Mardin, Ankara Üniversitesi’nde “Schumpeter’e göre Marks’ın kehanetini eleştiriniz” sorusunu sınavda sorduğu için dersi ve sınavı boykot edilebilmiştir. Sebebi ise, Marks’ın görüşlerine “kehanet” demesidir.
Özet olarak, Mardin’in ardından yazılanlar, eski dönem üniversitelerinin öyle çok da özgür olmadığını net olarak bir kez daha gösterdi.
Geçmişte “siyasal ve ideolojik aktivizm”le üniversitede ders verenler, bu bakış açısıyla bilim yaptığını zannedenler, üniversiteleri belirli ideoloji ve kampların yuvası hâline getirenler, bugünün üniversite sorunlarını tartışmaya önce buradan başlarlarsa, en azından eleştirdikleri hususlarda daha sahici olurlar. Katkıları da bu anlamda daha önemli hâle gelir.
[Türkiye, 12 Eylül 2017].