Muhalefet partileri, çok uzun süredir "algı siyaseti" üzerinden farklı kampanyalar yürütüyor. En sonuncusu, "128 milyar nerede?" diye bir soru sorup bunun üzerinden gündem belirleme girişimiydi. Bu kampanyada muhalefet partileri, tartışmanın içeriğini doldurma ihtiyacı duymadılar. Ne kastettiklerini bilerek açıklamadılar. Hakikatleri itibarsızlaştırarak sonuç almayı denediler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da konuşmasında dile getirdiği gibi aslında cevabı istenen soruda, "gerçekten 128 milyar doların akıbetini anlama arayışı" yoktu. Bunu, verilen cevapları değersizleştirmeye çalışarak açıkça gösterdiler. CHP Milletvekili İlhan Kesici'nin meselenin doğrusunu bir televizyon programında açıklamasının ardından kendi partisinin destekçileri tarafından "kurguyu bozduğu" için hedefe konulması sürecinde yakından izledik.
CHP'nin öncülük ettiği muhalefet, uzun suredir bütün enerjisini kurmaca siyaset tarzına hasretmiş durumda. İktidar kanadı önemli bir icraatı açıklayacağı ya da muhalefet–taciz, tecavüz iddialarında olduğu gibi– zor bir gündemle karşılaştığı zaman, profesyonel ajanslarda oluşturulmuş içerikler bir anda gündeme sürülüyor.
Böylece, iktidar kanadının gündemi kontrol etmesi önlenmeye çalışılıyor. Kuşkusuz siyasal partilerin, iktidar ya da muhalefet olmanın ötesinde, gündemi denetim altına almaya dönük bir çabanın içinde olmaları meselenin doğası gereğidir.
Ancak gündemi nasıl belirlediğiniz, içeriğini nasıl doldurduğunuz uzun dönemli siyasetin getirileri açısından önemlidir. Siyasette sahicilikle ilişkinizi kopardığınızda ve sadece algı siyaseti ve kurmaca gündeme odaklandığınızda uzun vadede inandırıcılığınızı kaybedersiniz.
Peki bu gerçekliğe rağmen, muhalefet partileri niçin negatif söylem üzerinden soyut ve kurmaca siyasetin sınırlarını zorluyorlar? Sahicilik yitimi pahasına olguları bulanıklaştırarak, algı siyasetinin imkanlarını kullanıyorlar?
Bu soruya biri diğerinin sonucu olan iki düzlem üzerinden cevap verilebilir.
İlki, son 10 yıllık dönemde dünyada giderek yükselen "hakikat sonrası (post-truth) siyaset" tarzları ile sonuç alındığına yönelik bakış açısına dayanıyor. Hakikat sonrası siyasetle kastedilen, yalanın gerçekle bağının ayırt edilmezliğidir. Yalanı söyleyen; tereddüt etmeden, suçluluk duymadan, herhangi bir şekilde utanma duygusunu hissetmeden gerçekleri örtbas edebilmektedir. Gerçeklikten daha çok, üretilen manipülatif içeriğin kutuplaşmış toplumlarda işlevsel olduğuna yönelik inanç, hakikat sonrası siyaset tarzlarını cesaretlendirmektedir.
Post-truth siyaset tarzının sonuç almasında, internet algoritmaları ile desteklenen yalan haberlerin sosyal medya aktivizmi ile yaygınlaştırılması ve ideolojik filtrelerle yalıtılmış yankı odalarının işlevselliği önemlidir.
ABD'de Trump'ın seçimleri kazanması ve İngiltere'nin Brexit referandumu ile AB'den ayrılması, gerçeklik sonrası siyasetin imkanları üzerinden kamuoyunun biçimlendirilmesi ile açıklanan örneklerin başında gelmektedir.
Yukarıda sorunun ikinci cevabı da aslında bu bakış açısının Türkiye'de muhalefet tarafından son yerel seçimlerde ve sonrasında kötü bir şekilde kopyalanması ile ilgilidir. Şöyle ki, muhalefet profesyonelleşmiş ajans çalışmaları ile özellikle İstanbul seçimlerinde algı siyasetine yaslanan manipülatif bir strateji izledi. Bu kampanyada, batıdan ithal edilmiş popülist siyasetin tüm imkanlarından faydalanıldı. "Kampanya makinaları"ndan yararlanıldığı bizzat muhalefet blokunun kampanya yürütücüleri tarafından açıklandı. Dolayısıyla seçim sürecinde,bazı ülkelerde seçimlerinin sonuçlarına etki ettiği bilinen "darkpostlar", "pisikolojik modelleme", "davranış mühendisliği" ve "psikografik veri" gibi yöntemler muhalefet tarafından denendi.
Böylece, kampanya sürecinde hakikatler bulanıklaştırıldı.
Büyükşehirler, ittifak koalisyonları ile kazanılınca da kutuplaşmış bir siyasal alanda "kendi tabanıma ne verirsem sonuç alıyorum" yanılsamasına kapılındı. Dolayısıyla da aranılan yöntem bulunmuştu. Yerel seçimlerde kullanılan ve sonuç alındığı varsayılan "kurmaca siyaset" ve "manipülatif algı kampanyaları" genel merkez siyasetine de taşınmalıydı.
Taşındı da.
CHP ve İYİ Parti, yerel seçimlerde kullanılan yöntemleri genel merkez politikalarında da deniyorlar. Negatif siyaset tarzını, kutuplaştırıcı soyut eleştirileri ve kurmaca ajans içeriklerini ortaklaştırılmış bir dille siyasi alana boca ederek algı siyasetinin imkanlarını sonuna kadar kullanmaya çalışıyorlar.
Halbuki, yerel seçimleri Ankara ve İstanbul özelinde değerlendirdiğimizde başkana ve meclise verilen oyların seçmen tarafından bilinçli bir şekilde ayrıştırıldığını görmemiz gerekir. Dolayısıyla algı siyasetinin, muhalefet kampanyacılarının zannettiğinin aksine, özellikle oy tercihini farklılaştıran seçmenlerde etkili olmadığını kolayca anlamak mümkün.
Nihai kertede… Muhalefet kendi tabanının hakikatle ilişkisini bozuyor. Ajans içerikleri ile desteklenen sosyal medya aktivizmi ile seçmenini yoruyor. Yakın dönem seçimlerinde "radikal sevgi" yalanları ile iktidarı kutuplaştırmayı artırmakla suçlayan muhalefet, toplumsal ve siyasal kutuplaşmanın artık iktidara değil kendisine yaradığını öngörerek, düşmanlaştırıcı ve ötekileştirici hakaret dili ile Millet İttifakı bileşenleri arasında konsolidasyonu sürdürmeye çalışıyor.
Türkiye'de kutuplaşma ve algı siyasetinin sınırlarına çoktan gelindi.
Bundan sonraki süreçte, pozitif ve somut siyasi gündemi öne çıkaran partiye yönelik güven artar. Hizmet siyaseti açısından, muhalefet "ben iktidarda değilim bu mesele beni ilgilendirmez" diyemez. Yerel yönetimlerde muhalefet partileri, iktidarda oldukları için muhalefet konforunu bu şekilde sürdürmeleri halinde kendi tabanlarında hayal kırıklıkları artacaktır. Toplum, hizmet siyaseti ve yönetim becerisi açısından partileri karşılaştırma imkanına artık sahip. Sonuç olarak, siyasette sahicilik hala en geçer akçedir.
[Sabah, 24 Nisan 2021].