SETA > Yorum |
Mandela'nın Mirası

Mandela'nın Mirası

Mandela, Nkrumah kadar öncü, Steve Biko kadar irfan sahibi, Mbeki ve Obasanju ikilisi kadar da vizyonerdi. Bu özellikler O'nun Afrika tarihinin en büyük liderlerinden birisi olmasındaki en temel sebeptir.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin efsane lideri ilk siyah Cumhurbaşkanı Nelson Mandela’nın ölümü her ne kadar derin bir hüzne yol açsa da bazı kesimlerde onun mirasıyla ilgili ciddi tartışmaların önüne de geçememiştir. Çünkü Mandela’nın ölümü sadece bir saygın insanın bu dünyadan ayrılması değil bir vizyon, bir misyon ve bir zihni yaklaşımın da sonunu mu getirdi sorusu ana tartışmaların odağında yer almaktadır.

Mandela 27 yıllık hapis hayatı, ırkçı Apartheid rejimine karşı verdiği siyasi mücadele ve en sonunda ülkesini demokratik sistemle tanıştırdıktan sonra hoşgörülü, kapsayıcı ve rövanş almayan tutumuyla sadece kıtada değil bütün dünyada hayranlıkla karşılanmıştı. Fakat Mandela hem sağlık sorunları hem de belki de bazı şeyleri köklü olarak değiştirmek için küresel güçleri rahatsız etmek gerektiğinin farkında olduğundan sadece bir dönem cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmayı tercih etti. 1994-1999 yılları arasında Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı dönem ve sonrasında ülkesinde sadece tartışmasız en etkili ve toparlayıcı bir figür değil, aynı zamanda Güney Afrika’nın küresel yüzü ve ikonuydu.

MANDELA VE AFRİKA

Mandela’nın mirasını tartışmadan önce onu Afrika’da anlamlı bir kontekste oturtmak ve Afrika’nın ana dinamiklerine bir göz atmak gerekir. Günümüz Afrika’sının temel dinamiklerini ortaya çıkarmanın yolu, Afrika’nın son elli yıldır yaşadığı tarihsel dönüşümün ana temalarını anlamaktan geçer. 1960’larla başlayan bağımsızlık hareketleri, Afrika’da yalnızca yeni devletlerin ortaya çıkmasına yol açmadı. Aynı zamanda yeni bir Afrika elitini de ortaya çıkardı. Bu elit, gerilla geçmişine sahip, hayatını daha çok sömürgeci güçlere karşı savaşarak geçirmiş bir nesildi. Bağımsızlıktan sonra, gerilla mücadelesinin liderleri, devlet başkanı olarak Afrika tarihindeki yerlerini aldılar. “İlk nesil liderler” olarak tanımlayabileceğimiz bu tür liderler, 1960’ların ruhuna uyum sağlamalarına rağmen, Afrika’nın daha sonraları içinde bulunduğu sorunlara çözüm konusunda yetersiz kaldılar. 1960’larda Afrika’nın yüzleşmesi gereken temel sorunlar dış kaynaklı iken, 1990 sonrasında ağırlıklı olarak iç dinamiklere bağlı olarak gelişen AIDS, iç savaşlar, ekonomik geri kalmışlık gibi sorunlar siyaset ana kanalları oldular.

Nelson Mandela Güney Afrika için ilk nesil lider olsa da, diğer ilk nesil liderlerden çok farklı bir siyaset izlemiştir. Kwame Nkrumah, İdi Amin ya da Robert Mugabe gibi söylemi güçlü ama gerçekte bir siyasa üretmeyen bir politikayı değil, aksine daha gerçekçi ve dünya ve Afrika kıtasındaki değişimleri dikkate alan bir politika izlemiştir. Özellikle hayatının üçte birini cezaevinde geçirten ırkçı rejimin taraftarlarını bile affeden ve bu konuda öncülük eden Mandela, ülkenin yapısal sorunlarını çözmek yerine ilk olarak bir tür söylemsel ulus inşasına yönelmiştir. Hem kendisinin dünyadaki kredibilitesini kullanarak Güney Afrika’ya destek istemiş hem de Afrika Ulusal Kongresi’nin şahin ve keskin destekçilerini dizginlemesini bilmiştir.

Bu açıdan bakılınca Mandela siyasal ve sosyo-ekonomik dinamiklerin değişmesini ikinci plana itmiş ve bir aidiyet ve kimlik oluşturmaya çalışmıştır. Bunu da özellikle katılımcı ve tolerans ilkesinde yaptığı için dışlayıcı değil içselleştirici bir yol izlemiştir. Bu anlamda kıtadaki diğer ilk nesil liderlerden son derece farklıdır. Diğer ilk nesil liderler sömü