Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları önceden belli olduğu için hem kampanya süreci hem de ortaya çıkan sonuç toplumda pek bir heyecan uyandırmadı. AK Parti açısından kanıksanmış bir galibiyet, muhalefet için ise kanıksanmış bir mağlubiyet fotoğrafı bir kez daha ortaya çıktı. Bu durum Türkiye’nin yaklaşık son 12 yılına damga vuran baskın resme uyan, onu pekiştiren bir görüntü olduğu için de sıradanlaştı. Hatta, bu, Türkiye’nin yeni normu olarak kabul gördü.
Buna karşın, AK Parti içinde yaşanan ve yaşanacak olan yeniden yapılanma siyasette asıl merak edilen konuyu oluşturuyor(du). AK Parti’nin gündemi Türkiye’nin gündemi haline gelmiş durumda. Türkiye’de siyasal parametreler farklı partiler arasındaki rekabetten ziyade AK Parti içi değişimler ve yaşananlara endekslenmiş durumda. AK Parti içinde genel başkanlık için ismi telafuz edilen her bir kişiye adeta başka bir partinin genel başkanı ve(ya) “Erdoğan iktidarının muhtemel muarızı” muamelesi yapıldı. Buna ilaveten, AK Parti’nin genişleyen sosyal tabanı dinamik olup, Türkiye’nin sosyo-ekonomik dönüşümünün başat aktörü olmaya devam ediyor. Parti de tabanıyla organik bir ilişki kurduğu için daha uzun süre Türkiye’yi yönetmeye namzet görünüyor. Muhalefet açısından çaresizliğin, Türkiye açısından alternatif siyasetin ortaya konulmamasının resmi olan bu durum, AK Parti için ise yeni bir duruma işaret ediyor. Aslında bu 2011 yılından itibaren yaşanan bir durum. AK Parti, hâkim partidir; Türkiye, hâkim parti siyasetini deneyimliyor. Bu siyaset siyasal alanı kuşatıyor. Bu nedenle, bu parti içerisinde yaşanan hiçbir şey sadece parti siyaseti nezdinde değerlendirelemez; AK Parti’nin Erdoğan sonrası genel başkanının seçimi de buna dahildi.
HÂKİM PARTİLERİN MİSYONU
Hâkim partiler belli bir toplumsal dönem ile şartların ürünü olup tarihsel bir misyona sahiptirler. Partinin yaşam döngüsü de önemli ölçüde bu misyonun ne ölçüde gerçekleştirilip, gerçekleştirilmemesi ile yakından ilişkilidir. Yine hâkim partiler yapısı itibariyle çok geniş bir toplumsal tabana dayanması, farklı siyasal, sınıfsal ve sosyal arka planlardan gelen seçmen kümelerini içermesi onları tek gündemi kimlik partilerinden ayırmaktadır. Birbirinden farklı talep, hedef ve gündemler aynı partinin çatısı altında yer alıp, kendilerini gerçekleştirme uğraşısı verirler. Hâkim partinin mahareti bu farklı arzuları daha büyük bir resmin parçası kılıp, onu o şekilde hayata geçmesine imkan vermesinde yatar. Malezya’da UMNO, japonya’da Liberal Demokrat Parti, Meksika’da Kurumsal Devrim Partisi ile İsveç’te Sosyal Demokrat Parti’nin yapısı ve siyaseti incelendiğinde bu durum açık bir şekilde görülecektir. Örneğin, Malezya’da UMNO Malezya’nın İngiliz sömürgeciliği sonrası yeniden kurgulanmasına sadece öncülük etmekle kalmayıp, ekonomi de daha baskın sınıfı temsil eden Çinliler ile Malezya’nın ekonomik ve kültürel hayatında yeteri temsiliyete sahip olmayan Müslüman Malayları aynı siyasal parti içerisinde toparlayabiliyor ve butik talepleri daha büyük bir siyasetin parçası haline getirebiliyor. Fakat, bunu söylerken, bütün hâkim partilerin dayandıkları, ana omurgayı oluşturan bir toplumsal taban ile siyasal misyon varlığını da unutmamak gerekir. Siyasal çeşitlilik ve kapsayıcılık bu gerçeği gölgeleyemez. Hâkim partiler kendisini vareden sosyoloji ile siyasal ve tarihsel misyona sırtını çevirerek hakim parti olma statüsünü sürdüremezler.
Buradan Türkiye deneyimine dönecek olursak, en kaba şekliyle, AK Parti’nin sosyolojik tabanını Kemalist (vesayet) sistemin mağdurları oluşturuyor; tarihsel misyonu ise en kestirme ifadesini “yeni Türkiye’nin inşası” kavramında buluyor. AK Parti birçok farklı toplumsal kesimin farklı gerekçelerden kaynaklanan sorun ve taleplerini “yeni Türkiye’nin inşası” söylem ve siyaseti etrafında toparlayabilme maharetini ortaya koydu.
AK Parti, dindarların militan laiklikten, Kürtlerin Kemalist ulusalcılıktan / milliyetçilikten, orta ve alt sınıfların çöken bir ekonomiden kaynaklanan mağduriyetlerini yeni Türkiye siyaseti ile gidermeye çalıştı. Dolayısıyla yeni Türkiye’nin inşası misyonu, ki bu misyonun henüz tamamlanmadığı herkesin malumü, bir hâkim parti olan AK Parti’nin tarihsel misyonu ile onun kendi toplumsal tabanını temsil edebilme iddiasını sembolize ediyor. Erdoğan’dan sonra yeni genel başkan ile başlayan ikinci AK Parti döneminin temel misyonunu bu teşkil ediyor. Bu minvalde, AK Parti Genel Başkanlığına seçilen Ahmet Davutoğlu’nun kimliği ve temsil ettiği siyaset önemli ölçüde bu misyon ile ilişkilendirilerek anlam kazanıyor. Çünkü AK Parti genel başkanlığı için ismi telaffuz edilenlerin rıza ve iradesinden bağımsız olarak her bir isme farklı bir tarz siyaset ve misyon iliştirildiği için bu konu etrafında hem AK Parti dışı cephede hararetli tartışmalar yaşandı hem de bu konu dış dünyanın ilgisine bu kadar mazhar oldu.
AK Parti’nin Erdoğan sonrası genel başkanının seçiminde teknik ve siyasal kriterler olmak üzere iki farklı kriterler setinin işletildiği anlaşılıyor. İlki artık herkesin malümu olan teknik kriterler. Seçilecek genel başkanın üç dönem kuralına takılmaması, milletvekili olması ve benzeri kriterler bu bağlamda yer alan kriterlerdi. Buna karşın, siyasi kriterler ise somut olarak tanımlanması daha güç kriterler olmasına rağmen, daha esaslı olanlardı. Güçlü bir genel başkan olmaya namzet olma, Erdoğan ile uyum içerisinde çalışma, AK Parti’yi oluşturan siyasal gelenekten gelme, bu geleneği yeni dönemde temsil etme kabiliyetine sahip olma, yeni söylem geliştirebilme ve kurucu bir akıl ve vizyona sahip olma ve benzeri kriterlerde siyasal kriterleri teşkil ediyordu. Buna ilaveten, Erdoğan’ın yeni genel başkanın takdimi konuşmasında Davutoğlu isminin seçilmesinde onun paralel yapı ile mücadelede ortaya koyduğu kararlılık ile bu kararlılığı sürdüreceğine dair inancın önemli bir rol oynadığını ifade etti. Yine çözüm sürecinin sürdürülmesi ve tamama erdirilmesi konusunda da Davutoğlu ile aynı inanç ve vizyonu paylaştığı teması da bu siyasi kriterlerden başka bir tanesini oluşturuyordu. Aktif dış politika ile Ortadoğu ve İslam aleminin meseleleriyle hemhal olmak da hem Davutoğlu hem de Erdoğan’ın ortak paylaştığı bir siyaset olduğu herkesin malumü. Medeniyetçi perspektif her ikisinin siyasetinde siyasal doğruculuğa kurban edilmeyecek kadar güçlü olduğu da aşikar. Dolayısıyla, Davutoğlu, AK Parti genel başkanlığı ile başbakanlık için aranan hem teknik kriterler hem de siyasi kriterleri karşıladığı için bu göreve getirildi. Bu esaslar, AK Parti’nin genel başkan ve başbakanlık için Davutoğlu isminde karar kılmadan önce yaşanan isim siyasetinin niteliğine de ışık tutuyor.
İSİM SİYASETİ
İsim tartışmaları sırasında her muhtemel isim etiketinin yanına fırsatlar ve tehditler analizi de iliştiriliyordu. Kimi adayların gelişi Türkiye’nin uluslarası sistem ile uyumlu bir görüntü arz etmesi, içerideki kutuplaşmanın bitirilmesi gibi gerekçelerle destekleniyordu. Buna karşın, başka adayların isimlerine ise benzer saiklerle itiraz edilmekteydi. Kamuoyunun burada yaptığı temel hata isimler üzerinden konuşurken, siyasetleri ve(ya) siyasal vizyonları gözardı etmesiydi. Daha açık ifade etmek gerekirse, kamuoyu, AK Parti’yi dış dünya ile uyumlu kılacağı gerekçesiyle genel başkanlık için ismi zikredilen adayların (fakat asıl bu adayların isimlerini dolaşıma sokanların) bu uyumluluğu nasıl sağlayacakları konusunu yeteri kadar irdelemedi. Herhangi bir aday, nev-i şahsına münhasır özellikler nedeniyle mi AK Parti’yi dış dünya ile uyumlu kılacaktı? Yoksa, mevzu bahis adayın izleyeceği varsayılan siyaset aracılığıyla mı bu yakınlaşmanın gerçekleşeceği varsayılmaktaydı? Burada öne çıkanın aslında isimlerden ziyade siyaset olduğu aşikar. Bugün uluslararası çevrelerin tercihi olarak sunulan bazı isimler, kişisel özelliklerinden dolayı değil izleyecekleri varsayılan siyaset nedeniyle bu kesimlerin sempatisine sahiptiler.
MİSYON SİYASETİ
Bu isimlerin kendisinin böyle niyetleri olmazsa dahi, AK Parti’nin içerisini dizayn etmek isteyen birçok aktör, bu isimleri AK Parti’nin bugüne kadar izlediği siyasete bir format çekeceği, yörüngesini değiştireceği ve ehlileştireceği inanç ve ümidiyle desteklemekteydi. Bu da AK Parti’nin hem Türkiye hem de uluslararası siyasette sahip olduğu tarihsel misyona sırt çevirmesi manasına gelecekti. Başka bir ifadeyle, böylesi bir rota değişimi, AK Parti’nin sosyolojik tabanının istek ve taleplerini, içeride yıkılmaya yüz tutan eski müesses nizam ile baskın uluslararası sistem ve paradigmanın arzu ve kaygılarına ikincil kılmasını ifade edecekti.
Buna karşın, aynı çevrelerde Davutoğlu ismine karşı ise negatif bir kampanya yürütülmekteydi. Suriye politikasından, “dış politika başarısızlığına”, “hayalperestlikten”, “romantik islamcılığa” kadar çeşitli ithamlarla Davutoğlu’nun genel başkan olmasının önü kapatılmaya çalışılıyordu. Onun başbakan olması halinde Türkiye’yi bekleyen kara bulutlardan dem vurulup bir korku havası pompalanıyordu. Aslında bu yeni de birşey değil. Erdoğan, Davutoğlu ve Fidan son birkaç yıldır hem içeride hem de dışarıda AK Parti karşıtı cephenin en fazla hedef tahtasına oturttuğu isimleri temsil ediyor. Aslında bu isimler üzerinden bir siyasettir hedef alınan. Bu isimlerin hem iç hem de dış siyasette aynı vizyon, Türkiye ve bölge tahayyülünü benimsedikleri varsayılıyor veya biliniyor. Bu çerçevede, Davutoğlu ismine itiraz aslında bu siyasete itiraz manasına gelmekteydi. İçeride yeni Türkiye mefhumunun muhtevatı; dışarıda ise aktif, İslam dünyasının meseleleriyle iştigal eden, uluslararası alanda revizyonist bir söylem ve siyasetin red edilmeseydi Davutoğlu şahsında karşı çıkılan. Bu minvalde, genel başkanlık ve başbakanlık için Davutoğlu isminde karar kılınmasıyla, AK Parti, hem parti içerisine yönelik dizaynlara kapalı olduğunu hem de bugüne kadar izlediği siyasetin temel çizgisi ile felsefesine sadık kalacağı mesajını verdi.
Ezcümle, Davutoğlu kararı ile hâkim parti kaptan değişimiyle rota değişimine gitmeyeceğini ilan etti. Davutoğlu’nun kabul konuşmasında vurguladığı “ihya”, “inşa” ve “restorasyon” teması yeni dönemde hâkim partinin sosyolojik tabanının talepleri ile tarihsel misyonunu referans alarak siyaset izleyeceğini ifade ediyor.
[Star Açık Görüş, 24 Ağustos 2014]