Donald Trump'ın uzun zamandır iç ve küresel endişelerle beklenen ABD başkanlık seçimlerinde ezici zafer elde ederek yeniden başkan seçilmesi, İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırımı, Rusya-Ukrayna Savaşı, İran'a baskı ve Suriye iç savaşı gibi pek çok dosya için gözleri Washington'a çevirdi.
Trump, her ne kadar 2020-2024 yılları arasında Biden'a karşı kaybettiği seçim sonrası başkanlık koltuğunda oturmamış olsa da seleflerinin aksine gündemde kalmayı başardı. Bir yandan görevi kötüye kullanma ve taciz suçlamalarıyla tartışmalara konu olurken, diğer yandan Biden yönetimini özellikle Ukrayna ve İsrail politikaları üzerinden sık sık eleştirdi. Başkan olması halinde bu iki savaşı "günler içinde" sona erdireceğini iddia etti.
Trump'ın savaşları "günler içinde" sona erdirme iddiası, ABD'nin askerî gücünü etkin kullanma stratejisinden çok, onun kişisel diplomasisine ve öngörülemezliğine dayanıyor. Trump'ın ilk döneminde "öngörülemezlik" ve "delilik" anahtar kavramları, Çin, Rusya, Kuzey Kore, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile olan ilişkilerini özetler nitelikteydi.
Trump Deli mi?
Gerek önceki başkanlık döneminde gerekse de adaylık döneminde, Trump'ın kendine has bir yönetim stilinin olduğu aşikâr. Liderlerle kurduğu kişisel ilişkiler, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile olan diyaloğu, Avrupa Birliği ve NATO gibi geleneksel müttefiklere mesafeli tutumu, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile gerçekleştirdiği ilginç müzakereler, Trump'ın nev'i şahsına münhasır bir dış politika güttüğünün göstergesi.
Dış politika salvolarına içeride de popülist söylemler eklenince Trump'ın siyaseti düzen karşıtı görülmüş ve "deli/çılgın" kelimeleriyle nitelenmişti. Trump karşıtları ve hatta taraftarlarının bir kısmı bunu Trump'ın kendisine bağlarken bu yaklaşım aslında yeni bir olgu değil. ABD'nin 37. Başkanı Richard Nixon'ın "madman theory" (deli adam teorisi) olarak bilinen dış politikası, Trump'ın stratejilerine ışık tutuyor.
Söz konusu teoriye göre, Nixon, "öngörülemez ve deli" olduğu için kriz müzakerelerinde her an masadan kalkabilir, savaşa girebilir ve daha kötüsü nükleer silah kullanabilirdi. Nixon ve kurmayları ise bu ölçüde güce sahip bir başkanın "öngörülemez ve deli" görünmesinin ABD'nin elini güçlendirdiğini düşünüyordu.
İsrail'in Gazze'de devam eden soykırımına ve Demokratların Cumhuriyetçilere göre "daha az İsrail yanlısı" olduğu algısına rağmen, Trump'ın birçok Müslüman tarafından desteklenmesi, bu algıya paralel olarak değerlendirilmelidir. Biden yönetiminin "kurumsal" işleyişi İsrail'i dizginlemeye yetmezken, Trump'ın "deliliği" ve öngörülemezliği sayesinde İsrail'i durdurabileceği inancı, bazı Müslümanlar için Trump'ı Biden ve Harris'e kıyasla daha az olumsuz bir seçenek haline getirdi. Bu bağlamda, bir grup Müslüman Trump'a oy verirken, Trump'a karşı olanlar bile Biden ve Harris'i kötü bir alternatif olarak değerlendirerek ehven-i şer şeklinde gördü.
Trump'ın öngörülemezlik ve "delilik" politikalarının bir strateji olduğu kabul edilse de bu tür yaklaşımlar iki kutuplu Soğuk Savaş dünyasında etkili olabilirken, günümüzde Çin'in yükselen kutup olarak görüldüğü yeni uluslararası dengelerde ABD için ne kadar uygun olduğu tartışmalıdır. ABD'nin uzun yıllardır sürdürdüğü kurumsal politikalardan uzaklaşıp daha çok birey merkezli bir yaklaşım benimsemesi, özellikle Trump döneminde belirgin hale gelmiştir. Bu durum, ABD'nin geleneksel müttefikleri, rakipleri ve güvenlik şemsiyesi altındaki diğer ülkeler için ciddi belirsizlikler doğurmuştur. Bu politikaların, ABD'nin dünya genelindeki caydırıcılığı ve askeri üsleriyle sürdürdüğü varlığını tehdit edip etmediği ya da kalıcı bir değişimi temsil edip etmediği soruları gündeme gelmektedir.
Başta Körfez ülkeleri ve İsrail olmak üzere, Amerika'nın güvenlik stratejisinden en fazla etkilenen ülkelerin, ABD'nin zayıflayan kurumsal politikaları nedeniyle, ABD'ye karşı alternatif arayışa girip girmeyeceklerini zaman gösterecektir. Örneğin, Katar, 2017-2021 yılları arasındaki Körfez ambargosunda ABD başkanından yeterli destek görememiş olmasına rağmen bu dönemi sadece geçici bir sapma olarak değerlendirdi ve alternatif ittifak arayışına girişmedi. Ancak bu tür politikaların kalıcı hale geldiği fark edildiğinde, Katar gibi ülkelerin ABD'ye alternatif küresel ve bölgesel güçlerle iş birliğini derinleştirmesi beklenebilir.
Orta doğu ve Türkiye'yi ne bekliyor?
Dünya genelinde ABD seçimleri en çok takip edilen seçimler arasında yer almaktadır. Bunun temel nedeni, ABD'nin küresel düzende ve özellikle Orta Doğu'da en güçlü aktör olmasıdır.
ABD başkanlık seçimleri, bölgedeki ülkeler açısından İran'a yönelik tutum, Körfez güvenliği, İsrail ile ilişkiler ve Türkiye'ye yaklaşım gibi pek çok kritik konuyu doğrudan etkiler. Bu nedenle bölge ülkeleri, kendi çıkarlarına daha uygun politikalar üreteceğine inandıkları adayları ve partileri destekler.
Obama ve Trump yönetimleri arasındaki belirgin dış politika farklılıkları, bu sürecin nasıl şekillendiğini açıkça göstermektedir. Obama yönetimi, İran ile nükleer anlaşma yaparak yaptırımları hafifletmişti. Buna karşın, Trump yönetimi bu anlaşmadan çekilmiş, "maksimum baskı" politikası çerçevesinde İran'a yönelik yeni yaptırımlar uygulamıştır.
Benzer şekilde, İsrail ile ilişkilerde de iki yönetim arasında ciddi farklar görülmüştür. Obama döneminde İsrail'e destek sürmüş olsa da İsrail'in uluslararası hukuka aykırı bazı uygulamalarına karşı duruş sergilenmiştir. Trump ise İsrail'e desteği artırarak Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımış ve ABD büyükelçiliğini buraya taşımıştır. Bu iki başkan arasındaki farklılıklar ABD başkanının kim olduğunun Orta doğu için önemini göstermektedir.
Trump'ın İsrail'e açık desteğine rağmen ve şimdiye kadar açıkladığı kabine üyeleri şahin kanattan gelen İsrail destekçiliğinde uçlarda gezen kişiler olsa bile, Orta Doğu kamuoyunda, Trump'ın İsrail liderlerine zafer ilan etmelerini ve ardından savaşı sonlandırmalarını talep edebileceği yönünde bir beklenti oluşmuştur.
Trump'ın ikinci başkanlık dönemi, Türkiye açısından karmaşık bir tablo sunmaktadır. Bir yandan, Trump'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile olan kişisel ilişkisi, iki ülke arasında diyalog kanallarını açık tutma potansiyelini taşırken; diğer yandan ABD'nin, Türkiye'nin ulusal tehdit ve terör örgütü olarak gördüğü PYD gibi yapılarla yakın iş birliği, ciddi bir gerilim kaynağı oluşturmaktadır. Ancak, Biden'ın Erdoğan'ı yalnızlaştırma eğilimi göz önüne alındığında, Trump'ın Türkiye açısından daha "çalışılabilir" bir lider olduğu öngörülebilir.
Türkiye'nin Rusya ile olan ilişkileri nedeniyle F-35 programından dışlanması ve F-16 modernizasyonu gibi sorunlar, Trump döneminde çözüm bulunabilecek meseleler arasında değerlendirilmektedir. ABD kamuoyunda sıkça dile getirildiği üzere, Trump'ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile açık bir diyalog yürütmesi bu olasılığı güçlendirmektedir.
Delilik Bir Kumar mı?
Trump'ın ikinci döneminin ilk dönemi kadar öngörülemez olup olmayacağı belirsizliğini korumaktadır. Bir yandan, Trump'ın öngörülemezlik stratejisini sürdüreceği iddia edilirken, diğer yandan yeniden seçilme kaygısı olmayan bir Trump'ın, aradan geçen dört yıllık dönemde daha hazırlıklı hale geldiği ve ülkeyi daha kesin, keskin hatlarla yöneteceği savunulmaktadır.
Bu bağlamda, muhafazakâr bir düşünce kuruluşu olan Heritage Foundation liderliğinde, 2025 yılı için bir yönetim kılavuzu hazırlanmış ve kamuoyuyla paylaşılmıştır. Trump'a atfedilen bu kılavuzun uygulanıp uygulanmayacağı ise ancak 2025 yılıyla birlikte netlik kazanacaktır.
[Sabah, 18 Aralık 2024]