Dünya Washington Post yazarı, Suudi vatandaşı gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın ortadan kaybolmasını konuşuyor. Ortada ciddi bir kriz söz konusu ve ülkeler nezdinde bu krizin üç tarafı var: Biri ABD. Kaşıkçı'nın yazdığı Washington Post Amerikan medyasının ve dünyanın etkili gazetelerinden biri. Buna ilaveten Kaşıkçı ABD'de ikamet iznine sahip bir isim. Bir ikinci taraf haliyle cinayeti işleyen kişileri görevlendiren Suudi Arabistan. Üçüncü taraf ise bu cinayetin işlendiği ülke olan Türkiye. ABD'den başlamak gerekirse Trump yönetiminin olayı küçük gösterme çabasına rağmen Trump'ın "fake news media" (sahte haber medyası) diye adlandırdığı müesses nizamın etkin medya organları konunun üstüne gitmeye devam etti. Bu medya kampanyası sonucunda birçok Amerikan şirketi S. Arabistan'ın uzun süredir pazarlamasını yaptığı ve Çöl Davosu olarak anılan Geleceğe Yatırım İnisiyatifi'nden sponsorluklarını geri çekti ve dahası bu konferansı boykot etme kararı aldı. Dahası ABD'li senatörler Küresel Magnitsky Yasası kapsamındaki yaptırımları S. Arabistan için devreye sokma tartışmasını başlattı. Amerikan siyasetinin etkin senatörlerinden Lindsey Graham'dan muhtemelen önümüzdeki yıllarda tekrar başkanlık yarışında göreceğimiz bir diğer senatör Marco Rubio'ya kadar pek çok etkili isim doğrudan Muhammed bin Selman'ı hedefe koyarak oldukça sert açıklamalar yaparak prensin kral olmasının önüne geçilmesi gerektiğini vurguladılar. S. Arabistan ise Ortadoğu'daki rezaletlerine bir yenisi daha eklemiş bir bölgesel güç olarak bu olaydan en az zararla çıkmanın yolunu aramakta. Krizin ilk aşamasında suçlamaları net bir dille reddeden S. Arabistan artık durumu kabullenmiş görünmekte. Bu kabule rağmen medyaya sızan bilgilere göre S. Arabistan cinayetin bir devlet planı olmadığını işleyeceği bir savunma hazırlamakta. Türkiye ise S. Arabistan'a kolay bir çıkış vermeyeceğini belli etmiş oldu. Kaşıkçı cinayetinin nerede ve kim tarafından işlendiğini delillerle ortaya koyan Ankara konuyu gündemde tutarak Kaşıkçı'yı dünya kamuoyunun ilgi odağında tuttu. Türkiye'nin bu etkin iletişim stratejisi S. Arabistan'ı öyle rahatsız etti ki Suudi yetkililer dünya kamuoyuna neredeyse "Yemen'de on binlerce insan öldürdük, niye sadece Kaşıkçı'yı konuşuyorsunuz" deme noktasına geldi. Peki Türkiye, S. Arabistan'a istediği kolay çıkışı vermeyerek ne amaçlamaktadır? Şu genel noktanın altını çizelim ki Türkiye dış politikadaki kronik problemi olan ulaşamayacağı hedefleri kovalamayı da ulaşabileceği hedefleri kovalamamayı da epey bir süredir terk etmiş durumda. Türkiye Kaşıkçı cinayeti sonrasında S. Arabistan üzerinde somut sonuçlar doğuracak baskılayıcı, caydırıcı ve cezalandırıcı bir politika izlemekte. Bu politika dış politika, iletişim ve istihbarat gibi icracı birimlerin eşgüdümlü olarak hiyerarşik bir bütünlük içinde yönetilmesiyle sürdürülüyor. Bu uyum ve bütünlük içinde ne denetimsiz bir bilgi sızması ne de ölçüsüz bir söyleme şahit oluyoruz. Sesi gür ama avaz avaz bağırmayan, ayakları yere basan ama ürkmeyen, hafızası diri ama saplantısız bir politika bu. Sabırlı ama tembel değil, aktif ama pürtelaş değil, inisiyatifi elde tutan bir politika; ne aklı vicdanını kör etmiş ne de vicdanı aklını. Bu genel yaklaşımı çizdikten sonra bu politikanın sacayaklarına değinelim. Türkiye'nin baskılayıcı politikasından başlayalım. Türkiye Kaşıkçı cinayetinin faili meçhul kalmasına izin vermemiş, sorumluları şüpheye yer bırakmayacak netlikte ortaya sermiştir. Bunun yanı sıra değil sadece S. Arabistan'a, tüm dünya ülkelerine "Kirli oyunlarınızı Türkiye'de oynamak isterseniz sonucuna katlanırsınız" mesajı gayet net bir şekilde verilerek caydırıcı bir politika izlenmiştir. S. Arabistan, Türkiye'de benzer operasyonlar gerçekleştirmeyi artık aklından bile geçiremez. Bu caydırıcı etkinin yanı sıra Türkiye'nin tepkisi cezalandırıcı da olmuştur. Muhammed bin Selman'ın milyarlarca dolar harcayarak kurmaya çalıştığı reformist lider imajı yerle yeksan olmuştur. S. Arabistan artık tüm dünyanın gözünde kifayeti hırslarının çok gerisinde kalan acemi bir prens tarafından yönetilen bir kabile devleti statüsüne inmiştir. Katar krizi, Lübnan Başbakanı Hariri'nin alıkonulması, hanedan üyelerinin alıkonulup haraca bağlanması, hatta Yemen'de on binlerce sivilin öldürülmesinde oluşmayan bu algı Türkiye'nin Kaşıkçı davasının hesabını sormasında yerleşmiştir. İşin algı boyutunun reel politik sonuçları da vardır. Kaşıkçı davası üzerinden adeta S. Arabistan'ın yakasına yapışan Türkiye bu ülkenin bölgedeki yapıyı Ankara aleyhine dönüştürme çabalarına da büyük darbe vurmuştur. Bölgede birbirinden bağımsız olarak yayılan İran ve Türkiye nüfuzunu dengelemek için S. Arabistan'ın Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve İsrail ile geliştirdiği ittifakın Türkiye karşısına kurulan cephesi ciddi yara almıştır. Kaşıkçı olayından sonra Muhammed bin Selman'ın bölgedeki ve küresel ölçekteki ortakları bu müttefikin güvenilirliğini sorgularken kabiliyetlerinin yetersizliğinden emin olmuşlardır. Muhammed bin Selman, ABD sponsorluğunda ince ince örülen bu ittifak için artık zücaciye dükkânındaki fildir. Peki Türkiye bu cinayete tepki olarak başka ne yapabilir? İran ile Suudi karşıtı bir blok oluşturup bölgesel gerilimi tırmandırmalı mı? Ya da S. Arabistan'da bir rejim değişikliği çabasına mı girmelidir? Kaşıkçı cinayeti hem içerdiği vahşetin büyüklüğü hem de kamuoyunda oluşturduğu etkiyle önemli bir olay hatta Muhammed bin Selman merkezli kurulması düşünülen Ortadoğu politikası için bir dönüm noktasıdır. Ancak gerek bölgede S. Arabistan karşıtı bir blok kurmak gerekse de bu ülkede rejim değişikliği gibi siyasi mühendisliklere girişmek Türkiye için sonu kestirilemez yeni maceralara sürüklenmek anlamına gelecektir. Türkiye Kaşıkçı cinayetinin takibini ciddiyetle ve etkin şekilde yapmış, bundan baskılayıcı, caydırıcı ve cezalandırıcı bir politika üretmiş, bu politikanın somut sonuçlarını görmeye başlamış ve devamını getirmek için inisiyatifi elden bırakmamıştır. Ancak böylesi ciddi bir kriz bile Türkiye'yi S. Arabistan devletiyle geri dönülemez bir bölgesel savaşın tarafı kılmamalıdır. Türkiye bugüne kadar sürdürdüğü kararlı ve sorumlu tavrını sürdürecek, tek bir devletin kapasitesini fazlasıyla aşabilecek, sınırları çizilmemiş, maceraperest politikalar gütmek yerine sınırları çizilmiş belirli alanlarda somut sonuçlar alıcı ölçülü ve sorumlu bir siyaset güdecektir. Türkiye haklı olduğu bu davada anlık ve hamasi tepkilerle ölçüsüz, dengesiz davranarak kaybeden taraf olmayacak, kontrollü ve sonuç odaklı uzun vadeli stratejisini bu cinayetin sorumlularını baskılayarak, caydırarak ve cezalandırarak örmeye devam edecektir.
[Sabah, 20 Ekim 2018].