Suriye krizinde Türkiye açısından dönüm noktası teşkil edecek olaylardan birinin Reyhanlı olacağı muhakkak. Reyhanlı ile birlikte resmi ağızlarca yakın tarihimizde ilk kez başka bir ülke Türkiye içinde vuku bulan kanlı eylemden sorumlu tutulmuş oldu. Bu durumun sadece devlet nezdinde değil medya, siyasi partiler, entelektüeller ve halkın geniş kesimleri tarafından hazmedilmesi ya da rasyonalize edilmesinin zaman alacağı muhakkak. İlk anda ortaya çıkan tepkilerin olgun olmaktan uzak, çok sıradan bir “1930'lar Amerikan izolasyonizmi”ni hatırlatır türden olduğunu tespit etmek gerekiyor. Türkiye'nin bedeller ödeyerek de olsa Ortadoğu jeopolitiğindeki pozisyonunu şekillendirmekten başka bir çıkar yolu bulunmamaktadır.
İşin hazin yanı ise son otuz yılında otuz binin üzerinde insanın hayatını kaybetmesine yol açan terörle Türkiye'nin test edilebileceğinin zannedilmesidir. Baas rejimi ateşini Türkiye'ye taşıdığı her vakıadan sonra çok ağır kayıplar verdi.
Türkiye'nin uçağını düşürdükten sonra bütün sınır kapılarını ve ülkenin kuzeyini büyük ölçüde muhaliflere bırakmak zorunda kalan Esed yönetiminin, Reyhanlı sonrası daha fazla sıkışması sürpriz olmayacaktır. Amerika'nın Suriye krizine bakışı Arap isyanlarına bakışından çok farklı değil.
Amerika'nın, Arap Baharı'na bakarken gördüğü şey otuz yıldır inşa ettiği bölgesel düzenin çöküşünden başka bir şey değildi. İsrail'i siyasal olarak, enerji-politiği ise ekonomik olarak merkezine koyduğu Camp David Düzeni, Arap isyanlarıyla çökmeye başladı. 11 Eylül sonrası neocon fanatiklerin “Yeni Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projeleri” Irak macerasıyla başlamadan bitmişti.
Arap isyanları, Amerika'ya ve bölgedeki totaliter rejimlere rağmen hayata geçti. Arap isyanlarının bugün için son durağı olan Suriye, Amerika açısından arzulanan bir siyasal Tsunami'nin sonucu değildir. Aksine Tunus'ta ilgisiz, Mısır'da kararsız, Libya'da etkisiz olan Amerikan duruşu; Suriye isyanına da mesafeli bir tavır takındı. Başından beri, Arap isyanlarının bölgedeki en cesur destekleyicisi Türkiye oldu.
Arap isyanlarına Tunus'la başlayan Türkiye desteği, Suriye'de muhalefete ev sahipliği yapmaya kadar gitti. Suriye krizinde, tıpkı Suriye muhalefeti gibi Türkiye'nin açık bir şekilde yanında olan güçlü bir aktörden bahsetmek imkânsız.
Bu durum bile Türkiye'nin Suriye rejimine karşı tavrında bir politika değişimine yol açmadı. Yüzbinlerce Suriyelinin Türkiye sınırına hücum ettiği bir durum karşısında, Türkiye'nin farklı bir pozisyon takınması da siyasi ve jeopolitik olarak imkânsızdı.
Bugün gelinen noktada Suriye krizi, ilgili bütün aktörler açısından ahlaki ve reel politik bir imtihana dönüşmüş durumda.
İran ve Rusya tercihlerini kanlı diktatörden yaparak hem ahlaki hem de jeopolitik olarak uzun vadede kaybeden aktörler olacaklar.
Batı’nın, özellikle Amerika'nın duruşu ise koskoca bir jeopolitik çıkmazdan başka bir şeye tekabül etmemektedir. Yanlış anlaşılmasın, hiç kimse, en başta da Türkiye, Amerika'dan Suriye'ye askeri bir müdahale talep etmemektedir. Talep edilen şey Suriye'ye müdahil olan aktörlerin, özellikle de Rusya'nın bu kadar kolay şekilde Esed rejimine destek vermesine göz yumulmasını engelleyecek “siyasi müdahaledir.”
Amerika, Suriye'de, II. Dünya Savaşı sonrası elde ettiği BM veto gücüne yaslanan Rusya'nın yıkıcı rolünü istediği gibi oynamasına göz yumarak sadece Rusya'nın Ortadoğu kaderine ortak olabilir. Ne midir Rusya'nın kaderi? Ortadoğu jeopolitiğinde ciddi bir meşruiyet krizine gömülerek çekilmektir. Suriye’de Esed’i Rus yardımıyla ayakta tutan politika, Irak’ta Maliki’yi ayakta tutmak, Filistin’de çözümsüzlüğü sürdürmek anlamına gelmektedir. Oysa anlaşılması gereken, “Arap Baharı” denilen sürecin, yeni Ortadoğu siyasal Tsunami’sinin henüz birinci dalgası olduğudur. II. Arap isyanları dalgası da muhtemelen “Amerikan kararsızlığı” ile boğuşacaktır. Öyle ki yüzyıl önce İngiliz-Fransız gizli anlaşmasının yeni bir versiyonu olarak Rus-Amerikan “neo-Sykes-Picot” pazarlığı konuşulmaya başlandı bile. Türkiye, eğer varsa, neo-Sykes-Picot’u bozan tek aktör konumundadır. Bu pozisyonunu koruduğu sürece Suriye’de Esed’in yeniden iktidarına kavuşması imkânsız görünmektedir.
Ülkesini enkaza dönüştürmeyi göze aldığı için hâlâ ayakta duran Esed rejimi değildir.
Suriye halkı Baas rejimine karşı korku eşiğini aştıkları gün Esed iktidarını kaybetmişti. Öyle ki Suriye muhalefeti, üç yıl önce ilk Baas katliamına isyan ederek Esed rejimini yıktılar. İki yıl önce ise Suriye’de İran’ın bütün bölgede kredisini sıfırlayarak yendiler.
Şu an mücadele ettikleri Rusya ve ona göz yuman küresel atmosferden başkası değil! Suriye üzerinden geleceği olacak şekilde kazanacağı veya kaybedeceği bir şeyi olmayan bir nihilist güç konumundaki Rusya’nın, Soğuk Savaş dünyasını aşması nereyse imkânsız görünmektedir. Görünen o ki; Baas rejimi kazanamayacağını her geçen gün daha fazla idrak ettiği savaşı, benzer bir nihilizm ile “tükenişe” kadar sürdürecek.
[Sabah Perspektif, 18 Mayıs 2013]