Türk bayrağı taşıyan ROSELINA-A kuru yük gemisine AB'nin IRINI Operasyonu tarafından yapılan güya "baskın" niteliğindeki arama son haftanın gündemiydi. Operasyonun uluslararası deniz hukukuna aykırılığı haklı olarak zaten uzmanları tarafından dile getirildi. Birinci Dünya Harbi'nin ticaret anlaşmazlıkları ve ticaret gemilerine yapılan saldırıların da ABD'nin o savaşa dâhil ettiğini akılda tutmak lazım. Çünkü AB IRINI Operasyonu'nun bir ticaret gemisine saldırısı diğer devletler veya devlet dışı aktörler tarafından bir defa emsal olarak algılanırsa, dünya siyaseti fabrika ayarlarına geri dönme eğiliminde olacaktır.
AB IRINI Operasyonu, BM'nin iki kararını esas alarak Libya'da uygulanması gereken silah ambargosunu denetlediğini iddia ediyor. Kararlara göz atılırsa, o kararların aslında devlet ve bölgesel örgütlere ambargoyu gözlemleme, sağlam bir temeli varsa ve hukuk çerçevesinde denetleme misyonu yüklüyor. Örneğin Cezayir, Tunus, Mısır ve Libya'nın güneyindeki Afrika devletleri kara ve hava egemenlik alanlarından Libya'ya intikal eden herhangi bir yükü durdurup arayabilir. Ancak denizalanı söz konusu olduğunda durum farklı. Zararsız geçiş hakkı ve açık denizlerden her devletin egemen ve eşit bir şekilde yararlanması esas olduğundan, ancak bayrak devletinden izin alınarak o gemiye çıkılabilir. Korsanlık ve meşru müdafaa hariç ticaret gemilerine askeri güç uygulanamaz. Kolluk kuvveti bağlamında da esir ticareti, uyuşturucu kaçakçılığı ve telekomünikasyon ihlali gibi net şekilde ifade edilmiş suçlara müdahale mümkün. Ancak her halükarda bayrak devletinin rızasını almak şart.
Bu gerçeklere rağmen AB'nin IRINI Operasyonu görevini Libya kıyılarını kapatacak şekilde açık denizde ve hukuk kuralları dikkate alınmadan icra ediliyor. Eğer böyle bir operasyonun mantığı düzgün bir şekilde işletilirse, IRINI operasyonunun öncelikle Avrupa kıyılarından Libya'ya ulaşan deniz ve hava taşımacılığına yönelik icra edilmesi gerekir. Çünkü devletler ve bölgesel örgütler, BM Kararlarını uygularken başka devletlerin egemenliğine tabi alanlar yerine kendi hükümranlık sahalarına dikkat etmek durumunda. Diğer bir ifadeyle AB IRINA Operasyonu'nun öncelikle Fransa'dan Libya'ya yapılan silah sevkiyatlarını yani AB ülkelerini denetlemesi gerekir. Ayrıca ambargo sadece silah sevkiyatından ibaret değil. Libya'daki krizi derinleştirecek ve çatışmalarda kullanılabilecek her türlü mali aracın da denetlenmesi gerekir ki AB bu misyonu yerine getirmiyor. AB, Libya'ya yönelik silah ambargosunun ve genel olarak Akdeniz doğusundaki olaylarının yönlendirilmesinde yanlı davranıyor. Hedef tahtası olarak da Türkiye'yi seçtiği aşikar.
O halde AB IRINI Operasyonu; yanlışlar zincirinin fitilini ateşledi. Hem dünya siyasetine emsal teşkil edecek yanlış bir mesaj yolladı hem de hukuka aykırı davrandı. Gemide, personele fiziki saldırı yanında 16 saat süren bir arama yaparak evrensel insan hakları normlarını hiçe saydı ve ticareti engelleyen bir tavır sergiledi. Ayrıca Türk ticaret gemilerinin yük bulmasını zorlaştıracak bir siyasi imaj yaratıldı. Arama sonrası ambargoya tabi bir malzemenin olmadığının anlaşılmasıyla AB IRINI Operasyonu'nun başarısız sevk, idare ve icrası ispatlanmış oldu. O halde bu olayın kapatılmaması ve AB'nin sonuçlarına katlanması gerekir.
Türkiye nasıl cevap verebilir?
AB IRINI Operasyonu'na yönelik Türkiye'nin farklı seçenekleri var. Öncelikle seçeneklerin meşru ve hukukî olması gerekiyor. AB IRINI Operasyonuna, bir AB gemisi hedef alınarak, Türk gemisine yaptığı gibi karşılık vermek aynı yanlışı yapmak anlamına gelir. Ayrıca AB'nin tüm üyelerini aynı kefeye yerleştirmek de pek akılcı değil. AB'nin birçok üyesi Fransa ve Almanya'nın Avrupa'yı sömürmeye dayanan siyasetini pek hoş karşılamıyor. O halde zorlanması gereken ilk seçenek hukukî yollar.
BM Adalet Divanı ve AB Adalet Divanı şu an için en uygun iki mecra. Ayrıca Türk bayrağı taşıyan bir gemide Türkiye'nin yargı yetkisi olduğuna göre AB IRINI Operasyonu yetkilileriyle gemiye çıkanların isim listelerinin istenmesi ve Türk mahkemeleri nezdinde dava açılması mümkün. Çavuşoğlu'nun "saha"da cevap verme açıklamasıysa asimetrik ve meşru bir zeminde icra edilebilir. Örneğin salgın hastalık kontrolü veya boğaz geçişlerinde Montrö'nün sağladığı haklar kullanılabilir. Tazminat seçeneği de dikkate alınabilir. Ancak ne olursa olsun bu eylemin cevapsız bırakılmaması ve uygun zamanda caydırıcı bir girişim yapılması gerekiyor.
Yapılan saldırıya cevap vermek yanında AB'nin, IRINI Operasyonu ile dışa vuran dini ve siyasi önyargılarla beslenen Türkiye karşıtı politikalarının nedenlerini okumak gerekir. Bu minvalde önce AB'nin stratejik vizyonu ele alınmalı. Avrupa Toplulukları şeklinde ekonomik birlik olarak kurulan AB artık siyasi birliktelik. Ancak Borrell'in ifade ettiği gibi aynı zamanda askeri birlikteliği gerçekleştirmek istiyor. Geçtiğimiz hafta Borrell; AB Büyükelçilerine yaptığı konuşmada, AB'nin artık "gücün dili"ni kullanması gerektiğini ifade etti. Türkiye'yi ise bir sorun olarak dillendirdi. Öte yandan Rusya ve Çin ile rakip olmalarına rağmen iş birliği yapmaları gerektiğini belirtti. Yani AB, Borrell'in anlayışına göre, güya "gücünün yettiği"ne efelenecek, yetmediğini sinesine çekecek. Ancak yanıldığı bir konu var. Türkiye o kadar kolay bir lokma değil. Şu an sadece köprünün yıkılmasını bekliyor. Eğer ilişkiler koparsa Türkiye, AB için daha tehlikeli bir rakip olabilir. O halde AB'nin artık Türkiye'yi "ötekileştiren" ikiyüzlü tavrını gözden geçirmesi lazım.
[Sabah, 28 Kasım 2020]
İrini Operasyonu nedir?.İrini Harekatı, Birleşmiş Milletlerin (BM) Libya’ya yönelik silah ambargosunun denetlenmesi için Avrupa Birliği (AB) tarafından Akdeniz’de başlatılan tartışmalı bir operasyon olma özelliği taşıyor.
2292 No’lu BM Güvenlik Konseyi kararında meşru hükümet olarak yer alan Milli Mutabakat Hükümeti ile istişare ve izin zorunlu kılınmış olmasına rağmen başlatılan İrini Harekatı, taraflı ve yasa dışı bir operasyon olarak tepki çekiyor.
Bazı Avrupa ülkeleri, AB fonlarından yararlanabilmek için operasyona ses çıkarmazken daha cesur davranan bazı ülkeler ise tepkilerini koyarak operasyondan çekiliyor.