AB çevreleri AB Konseyi Başkanı Michel ve AB Komisyon Başkanı Leyen'in Ankara seyahatini "koltuk krizi" iddiasıyla gölgelemeye çalışıyor. Leyen'in koltuğa oturtulmasını "kadına yapılan aşağılama" suçlamasıyla Türkiye aleyhinde kara bir propagandaya dönüştürdüler. En vahimi de İtalya'nın atanmış Başbakanı Draghi'nin küstah cümlesi oldu: "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Avrupa Komisyon Başkanı Ursula'ya davranışına katılmıyorum. Bu diktatörlere açık sözlü olmalıyız ama aynı zamanda ülkelerimizin çıkarları için iş birliği yapmalıyız." Ucuz Avrupalı popülizminin yansıması olan bu yaklaşım her açıdan sorunlu. AB liderlerine uygulanan protokol AB tarafının taleplerine göre düzenlendi. Bu gerçeği Michel de AB Komisyonu eski Başkanı Jean-Claude Juncker de teyit etti. Konsey Başkanı AB protokolünde birinci sırada. Leyen'e yönelik protokol sorunu tümüyle AB'nin iç meselesi, yani Konsey ve Komisyon başkanları arasındaki protokol çekişmesi. AB siyasetçileri aralarındaki hiyerarşi sorununu kendileri çözsün. Bu çekişmenin Türkiye'ye yansıtılması en hafif tabiriyle hadsizlik ve saygısızlık. Ancak Draghi'nin Erdoğan için söylediği "Diktatörlere açık sözlü olmalıyız ama aynı zamanda ülkelerimizin çıkarları için iş birliği yapmalıyız" cümlesi önce Türkiye ile İtalya, sonra AB ile ilişkiler açısından daha fazla irdelenmeyi hak ediyor. Elbette önce "diktatör" suçlamasına karşı İtalya'nın kendi yakın tarih aynasındaki Libya işgali ve Mussolini faşizmine bakmasını söylemeyi ihmal etmeyelim.
Beleşçi Draghi'nin Aymaz Tavrı
"Diktatör" hezeyanının sahibi Draghi bugünlerde Libya'da jeopolitik hamle arayışında. Draghi, geçiş hükümetinin kurulması ile istikrar bulan Libya'da yeniden inşa, enerji ve savunma alanlarında AB'ye öncülük etmeye çabalıyor. Bunun için Fransa ve Yunanistan ile çıkarlarını ortaklaştırmaya çalışıyor. Ve Türkiye ile Rusya'nın askeri anlamda geri çekilmesinden ve bunu sağlayacak yeni bir barış konferansından yana. Draghi'nin küstah nitelemesinin arkasında elbette Avrupa'nın Erdoğan karşıtlığı var. Macron dahil Avrupalı siyasetçiler popülist kaygılarla bu karşıtlığı kullanıyorlar. Daha geçen haftalarda Macron, Türkiye'nin kendi cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale etmesinden çekindiğini söylemişti. Draghi'nin beleşçiliği ise daha ilginç. Neden beleşçi (free rider) diyorum, açıklayayım. Ankara, 2019 Kasım'ında Tripoli ile anlaşma imzalayarak BM destekli hükümeti darbeci Hafter'den kurtarmasaydı bugün Roma, Libya sahnesinde varlık gösteremezdi. Erdoğan, Serrac hükümetini askeri olarak ayakta tutmasaydı İtalyan çıkarları tümüyle tarumar olmuştu. Türkiye'nin Fransa'yı dengelemesi sayesinde bugün İtalya diplomasi alanında etki arayabiliyor. Geçen yıl Ankara'nın Libya'ya müdahalesi ile sevinen Roma'nın, dünkü beleşçiliğini unutup bugün küstahlaşması ise apayrı bir aymazlık.
"Değer ve Stratejik Çıkar" İkilemi?
Avrupa basını Michel ve Leyen'in Ankara ziyaretinin "insan hakları ve demokrasi" söylemine rağmen aslında stratejik çıkarlara odaklandığını vurguluyor. Bunu eleştiren çevreler Michel ve Leyen üzerinde seyahat öncesi hayli baskı oluşturmuştu. Aslında ortada bir ikilem yok. AB, "değerler" konusunu stratejik çıkarları için kullanıyor. Arap isyanları sırasında ve özellikle Sisi darbesine yaklaşımlarında gördüğümüz üzere "AB değerleri" Avrupa'nın politikalarını etkilemiyor. Dahası, Türkiye'nin milli çıkarlarına gerekli saygıyı göstermiyorlar. İlişkilerde az şey vererek çok şey elde etmenin peşindeler. Türkiye'nin müzakerelerde yeni başlıkların açılması taleplerini bir kenara koyup Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve göç mutabakatının yenilenmesi için küçük, muğlak ve yavaş adımlar atmayı yeterli görüyorlar. Ankara'nın son dönemdeki stratejik kazanımlarından pay alma isteklerinde ise hayli beleşçiler. Neymiş, Türkiye askerlerini Libya'dan çeksin, maksimalist taleplerine rağmen Yunanistan'ı rahatsız etmesin, Dağlık Karabağ'da Minsk Grubu'nu desteklesin ve AB'nin Kıbrıs görüşmelerinde gözlemci olmasını kabul etsin. Ucuza kapatma ve beleşçilik AB siyasetçilerinin ruhuna işlemiş galiba.
[Sabah, 10 Nisan 2021].