Hegemonyanın çöküşü sadece siyasi istikrarsızlık anlamına gelmiyor. Fikri bir boşluk da doğuyor. Hegemonik dönemde belli soruların çok basit ve hızlı cevapları olur. Demokrasi, insan hakları, serbest piyasa koşulları gibi kavramlar liberal dönemin sloganlarıydı. Sorgulanamaz doğrular gibi görünüyordu. İnsanların zihni haritasına şekil veriyordu. Ben bu döneme liberal paradigmadönemi demeyi tercih ediyorum. Dünya görüşlerimiz büyük oranda liberalizmin temel varsayımlarından oluşuyordu. Bırakın siyaseti veya ekonomiyi gündelik yaşamımızın içinde bile neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile belirleyecek haldeydi. Başörtüsü konusu bile liberal hegemonyanın kurallarına göre bireysel hak ve din ve vicdan özgürlüğü normları üzerinden konuşuluyordu. Liberal değerleri değil dini değerleri merkeze alan okumalar yapmak cesaret gerektiriyordu. Hatta hep dikkatimi çekmiştir. Bazı din adamları bile liberalizmin normlarına uygun okumalar yapma gayreti içindeydi. Veya en azından liberalizmle doğrudan veya dolaylı çakışan hüküm ve yorumlardan kaçınıldığını hep hissederim. Bunun temel nedeni diğer düşünce türlerinin liberalizme meydan okuma cesareti olmamasıydı. Daha doğrusu yeterli donanıma sahip olmama haliydi. Liberal devletler, uluslararası kuruluşlar, çok uluslu şirketler, sermaye piyasaları bu hegemonyanın siyasi ve ekonomik altyapısını kurar ve sürdürürken, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası medya fikri üstyapısını kuruyor ve hegemonik rızayı üretiyordu. Liberal doğruların hilafına tek bir laf eden ayıplı ilan ediliyordu. Bütün bu sistemi çökerten siyasi ayağın çökmesi oldu. Devletler, şirketleride üniversiteleri de medyayı da yalnız bıraktı. Küreselci medyanın Trump'la kavgasının temeli budur. Medya eski güzel günlere ve değer belirleme kapasitesine geri dönmek istiyor. Ancak siyasi altyapının ne kadar önemli olduğunu gördük. Medya siyaseti değil siyaset medyayı etkiliyormuş. Veya demokratların hâkim olduğu elit Amerikan üniversiteleri ve hocaları da bugün aynı kavganın içinde. Hepsi boşa çıktı. Üretilen dil çöpe gidiyor. Liberal değerler sistemi kabul görmüyor. Ancak yerine yeni bir paradigmatik dil kurulmuş değil. Geçiş dönemine has savrulmalar bu yüzden yaşanıyor. Tüm liderler bir yandan hala liberal kavramları kullanmalarına rağmen sahada milliyetçi davranışlar sergiliyor. Yani altyapısı var ancak üst yapısı kurulamıyor. Teori pratiğe yetişemiyor. Türkiye bunun en iyi örneklerinden biri. Liberal dönem bitti. Yerine milliyetçi muhafazakâr değerler öne çıkıyor. Ancak ne üniversitelerde ne de medyada bu değişimi tutarlı biçimde okuyan bir düşünce dünyası yok. Siyaset kendini yeni koşullara uydurmuş. Küresel siyaset savrulma döneminden geçerken ve fikri boşluk nedeniyle toplumlar için doğru ve yanlışı tespit etmek daha zor hala gelmişken, Erdoğan entelektüel dünyadan bağımsız olarak bir norm belirleyiciye dönüşüyor. Belirsizliği ülke geleceği için tehdit olarak görenler Erdoğan'ın etrafında kenetleniyor. Erdoğan'a sadece oy vermiyor. Hayatın normlarınıda onun konuşmalarına göre düzenliyor. Çünkü Erdoğan hala bu ülkenin en sağlam ve güvenilir "kurumu" olarak görülüyor.
[Sabah, 3 Mart 2019].