Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üç aday yarışıyor. AK Parti ve HDP müstakil olarak partilerinin genel başkanlarını aday gösterirken, CHP ve MHP ise ortak bir isim üzerinde uzlaştılar.
Böylece, Meclis’teki dört partiden üç aday çıkmış oldu. Bunun üzerinde biraz durmakta yarar var. CHP ve MHP’nin neden uzlaştıkları kadar, HDP’nin muhalefet veya iktidar bloğuyla neden uzlaşmadığı da önemli çünkü.
Meclis’te temsil edilen siyasi partiler, sahici bir toplumsal tabana sahipler. Seçimlere katılımın ve seçmenlerin parti sadakatinin yüksekliği buna işaret ediyor. Bu göstergeler, siyasi partilerin sahici bir sosyolojik zemine yaslandığını gösteriyor. Bu sahici zemini Cumhuriyetin ulus inşa projesiyle ilişkilendirmek mümkün.
Cumhuriyetin kuruluşunda Kemalist kadronun laiklik ve milliyetçilik ekseninde hayata geçirdiği ulus inşa ajandası siyasal haritanın da denklemini belirledi. Toplumun bu ajandaya yönelik taraftarlık ve karşıtlık tutumu, din ve etnik yapıya dayalı dört eğilimin siyasal temsiline yol açtı.
2000’lerde, çok partili hayat boyunca birçok mecrada yer bulan bu dört eğilim, dört siyasi parti üzerinden temsil edildi. Siyasal tutumlarında dini değerlere yaklaşımları belirleyici olan toplumsal kesimler AK Parti ve CHP’ye yönelirken, etnik aidiyetlerine öncelik veren toplumsal kesimler ise MHP ve HDP’ye yönelmektedirler.
2007’den itibaren, demokrasi-vesayet veya siyaset-bürokrasi arasındaki mücadelenin siyasetin ana dinamiğine dönüşerek kimlik taleplerine ilişkin siyasetleri de içermeye-kuşatmaya başlaması, dört eğilim arasında uzlaşma ve ittifak arayışlarına zemin hazırladı.
İttifakın doğal yönelimi, Cumhuriyetin ulus inşa projesine ve vesayet sistemine taraftarlık veya karşıtlık eğilimleri üzerinden iki ana hattın oluşmasıydı. Nitekim CHP ve MHP beklendiği üzere vesayete tutunma, değişime direnme hattında uzlaştı. Ancak, benzer bir uzlaşma demokrasi veya değişim hattında, AK Parti ile BDP arasında yaşanmadı. Böylece, iki hat yerine üç hat gelişti.
CHP ve MHP, AK Parti’nin vesayetle yürüttüğü mücadelede somut neticeler almaya başladığı bir dönemde, 2009 yerel seçimlerinde, bazı yerlerde AK Parti’ye karşı seçim ittifakı yapma yoluna başvurdu. Akdeniz ve Ege’nin birkaç ilinde uygulanarak fayda sağlanan bu ittifak, 12 Eylül 2010 referandumunda sürdürüldü, 30 Mart seçimlerindeyse içine başka birçok seçim bölgesi katılarak tahkim edildi.
Böylece, 2009’da lokal birkaç seçim bölgesinde daha çok pragmatik hesaplarla başlayan ittifak, önce 12 Eylül referandumunda ardından da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ideolojik-siyasi bir pozisyona dönüşerek aynı aday etrafında kenetlenmeye vardı. Bu ittifakı, vesayet veya statüko bloğu olarak tanımlamak mümkün. Bu bloğun adayı da vesayet döneminin Cumhurbaşkanı profiline sahip olan Ekmeleddin İhsanoğlu.
Bu bloğun oluşmasına da vesile olan diğer tarafta AK Parti yer alıyor. AK Parti, Cumhuriyetin ulus inşa projesine itiraz ettiği gibi vesayetle mücadele sürecini de yürütüyor. Bu itiraz ve mücadele dinamiği, 10 yılı aşkın süredir Türkiye’yi demokratikleştiriyor ve toplum-siyaset-devlet ilişkilerini normalleştiriyor. Bu siyasi hattın adayı da Başbakan Erdoğan. Ancak bu iki hattın dışında HDP adayı Demirtaş üzerinden temsil edilen başka bir hat da mevcut.
Böylece, CHP ve MHP’nin vesayet bekçiliği üzerinden kurdukları doğal ittifak, aynı doğallıkla vesayet karşıtlığı veya demokrasiyi ilerletmek hattı üzerinden AK Parti ile HDP arasında yaşanmadı. Aslında, sosyolojik dinamikleri ve siyasi maslahatı itibarıyla AK Parti ile ittifak kurması beklenen Kürt siyasi partileri, ideolojik yönelimleri ve sosyalleşme pratikleri dolayısıyla yakın zamana kadar bırakın ittifak kurmayı AK Parti’yi CHP’den daha uzak gördüler.
Burada, Demirtaş’ın adaylığına karşı olmadığımı, bilakis adaylığının tarihi bir sembolizme sahip olduğunu düşünerek önemli bulduğumu vurgulamalıyım. Tartışmaya çalıştığım ve tartışılmasında fayda gördüğüm nokta, Kürt siyasi hareketinin 12 Eylül referandumundan başlayarak “üçüncü bir yolu” tercih etmesinin bağlamı ve siyasi rasyonalitesi.
Kürt siyasi geleneğinin neden bağımsız hareket etmeyi seçtiği, kendi adayını seçmesinin alternatif bir siyasi projeye sahip olduğu anlamına gelip gelmediğini ve bu tercihin demokratikleşme ivmesine olası etkilerini tartışmaya devam edelim.
[Akşam, 8 Temmuz 2014]