Çarşamba günü Millet’in Evi Beştepe Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın konuşması ile vatan nöbetlerine bir virgül koyduk. Türk toplumu her bir ferdi ile iş başa düştüğünde neler yapabileceğini gösterdi. Gerekirse virgülü koyduğumuz yerden devam eder, 27 gün değil 127 gün bile nöbet tutarız. Allah bir daha böyle bir zaruret yaşatmasın ama kaderde varsa vazifemizi de yaparız.
15 Temmuz’dan bu güne gelene kadar darbe girişiminin ardından ortaya çıkan sıcak tehlikeler ve riskleri engellemek için hamleler yapıldı. Eşzamanlı olarak da devlet yeniden yapılandırılmaya başlandı. Toplumun ve devletin kılcal damarlarından son FETÖ’cü terörist temizlenene kadar çalışmalar devam edecek. Ancak bir yandan da yeni FETÖ’ler, yeni darbe girişimleri olmaması için yapısal değişiklikler de hız kazanacak. Kuvvet Komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması bu adımların ilki oldu. Genelkurmay Başkanlığı ve MİT’in bu kapsamda Cumhurbaşkanlığına bağlanması gündemde. Bunların yanında yargıya da ciddi anlamda neşter vurulması gerekiyor. FETÖ’cü hakim ve savcıları yargıdan atmak sadece bir başlangıç. Yargının bir daha bu türden bir örgütlenmeye alan açmayacak şekilde yeniden organize edilmesi gerekiyor. Keza devlet personel rejiminde de değişiklikler gerekiyor. Bir kere “devlet’e kapağı attıktan” sonra başına buyruk hareket etme ve dokunulmaz olma devri kapanmalı.
Bu değişikliklerin hepsi belirli bir planlama çerçevesinde hayata geçirilecektir. Ancak henüz bunlar kadar fazla gündeme gelmeyen yüzleşmemiz gereken bir diğer zorlu meydan okuma daha var. O da din-devlet ilişkilerinin yeniden tanzimi. Bugün FETÖ’nün dinin arkasına saklanan, dinî duyguları sömüren bir terör organizasyonu olduğu ortaya çıkmış durumda. Ancak bu şer şebekesi uzun bir müddet dinî bir cemaat görünümü altında örgütlendi. Sohbetler düzenledi, kurban, zekât ve sadaka topladı, hac ve umre organizasyonu yaptı. Dinî faaliyetleri vitrine çıkararak kendi şer amaçlarına destek topladı.
Bu gerçekle yüzleşmemiz din, devlet ve toplum ilişkilerini yeni FETÖ’lere alan açmayacak şekilde düzenlememiz gerekiyor. Evet, bu bugünden yarına halledilebilecek bir mevzu değil. Üstelik kötü birkaç örnekten yola çıkarak dinî ve sosyolojik bir realite olan “dinî cemaatleri” incitme riski de var. Radikal laiklik politikaları nedeniyle devletin Ehl-i sünnet vel cemaat çizgisindeki cemaatleri takibata alırken kripto bir şekilde örgütlenen FETÖ gibi şer şebekelerini gözden kaçırdığı da bir gerçek. 28 Şubat Süreci’nde namaz kılan subaylar irticacı diye ordudan ihraç edilirken, FETÖ’cüler, adına “tedbir” dedikleri sahtekârlık yöntemleri ile onların yerini aldı. Bütün bunlar geçmişin ağır yükünü oluşturuyor ancak bu ağır yükten dolayı böylesine hayati bir konuyu görmezden gelemeyiz. Üstelik görmezden gelindikçe farklı çıkarların peşinde koşanlar kendilerine alan açıyorlar. Bugünlerde cahil ve/veya şer niyetli “modernistler”, veya iflah olmaz radikal laikler FETÖ’den yola çıkarak dinî cemaatleri tümden düşmanlaştırma ve şeytanlaştırma niyetlerini açığa çıkardılar bile. Çok şükür sayıları az, ciddiye alınacak bir tarafları da yok. Ama yine de fırsat vermemek lazım.
Herkesin üzerinde ittifak edebileceği genel ilkeler belli aslında. AK Parti iktidarı ile devlet mekanizmasının dindar topluluklara yaklaşımında çok olumlu değişikliklerin olduğu ortada. Bu değişiklikler hukuki olarak güvence altına alınmalı ve cemaatler kendilerini radikal laiklik uygulamalarına karşı emin hissetmeli. Bunun yanında cemaatler de devletin ceberut yüzüne karşı geliştirdikleri korunma duvarlarından vazgeçmeli, faaliyetlerini ve hizmetlerini şeffaflaştırmamış olanlar artık şeffaflaştırmalı. Esas mesele bu genel ilkelerin hayata geçmesini sağlayacak uygun altyapının oluşturulması. Bunun için de yeni ve iyi niyetli bir toplumsal diyalog mekanizması gerekiyor. Belki de cemaatler inisiyatif alıp bu diyalog mekanizmasını başlatabilirler. Böylece şimdiye kadar bu topluma ettikleri bütün hizmetlerin yanına yeri doldurulamaz bir tanesini daha eklemiş olurlar.
[Türkiye, 13 Ağustos 2016].