'Geçmişteki tecrübelerin de teyit ettiği üzere, 2013 Çözüm Sürecinin önemli bir ayağını medya teşkil etmektedir.' Bu yaygın tespiti tam anlamıyla doğrulayacak bir veri elimizde bulunmuyor. Aksine Türkiye'nin en az güvenilen kurumlarından olan medyanın bu türden süreçlerde 'negatif aktörlük' girişimlerinin hep sonuçsuz kaldığını biliyoruz. Kürt sorunun derinleşmesinde doğrudan payı olan Türk merkez medyasının hala eski alışkanlıklarından kurtulduğunu söylemek mümkün değildir.
Türkiye'nin 'en büyük gazetelerinin' içerik ve kalite açısından tabloid gazete ortalamasına oldukça benzer bir seviyede olduğu göz önüne alınırsa, muhtemel marazların sıklığı ve derin- liğine dair de bir fikir edinebiliriz. Bu kalite sorununa ideolojik motivasyonları da dahil edince, önümüzde ciddi bir mesele olduğunu fark etmeliyiz. Hatta 2013 çözüm sürecinin yaygın şekilde kitlelerce fark edilmesi de medya tarafından yapılan bir provokasyon sayesinde oldu. Medyanın ilerleyen süreçte de benzer provokasyonlara imza atma potansiyelinin sürecin selametine katkı verme ihtimalinden daha yüksek olduğunun hesabı şimdiden yapılmalıdır.
Elimizdeki verili durum ve geçmiş tecrübeler, Türk merkez medyasının sınırlarını görmemiz açısından yeterlidir. Önce verili duruma bakmakta fayda var. Merkez medyada ya da en fazla satışı yapan ilk beş gazetede sürece açıktan karşı olduğunu ilan etmiş olan, yaşananları en pespaye düzeyde hiciv eden, müstehzi üslubu aşamayan birçok isim bulunuyor. İkinci husus, medyanın büyük ölçüde sermaye- iktidar ilişkisi makasında sürecin olumluolumsuz yükünü hükümete ciro etmesidir.
Üçüncü husus ise çözüm sürecine karşı gösterdiği direnci örtmek için muhalefetini 'farklı sesler' taktiğiyle meşrulaştırma çabasıdır. Burada 'farklı seslerden' kasıt sürece karşı çıkan muhalefet partilerinin itirazlarının medyada yer bulması değildir. Bu elbette tartışılması bile abes bir durumdur. Dördüncüsü ise medyanın içerik üretemeyince rakipleriyle sansasyon üzerinden rekabete girmesinin oluşturduğu marazlardır. Öcalan'ın mesajı okunduktan hemen sonra Türkiye'nin en büyük gazetesi farz edilen yayın organının sitesi 'Silah bırakın demedi!' manşeti atarken; bir diğer gazete 'Devletinin Hizmetinde' manşetiyle çıkmıştı.
YENİ TÜRKİYE, ESKİ MEDYA
Yukarıda zikrettiğimiz medya marazlarını medyanın gidermesi orta vadede mümkün değildir. Siyaset yapımının doğal bir parçası olan Türk merkez medyası, bugün çözülmeye çalışılan sorunun köklerini ve sebeplerini yıllarca geniş kitlelerden saklama vazife gördü. Bugün hızlı bir dönüşümü gerçekleştirmesi de mümkün gözükmemektedir. Ana gövdesi Kemalist kurucu eksene oturan merkez medya yıllarca koordinatlarını belirlediği 'laiklik' ve 'bölücülük' tartışmalarını açıktan ve gönüllü 'bir taraf' olarak sürdürdü. Bugün 'laiklik' safhasını kaybettiğini düşündüğü bir gerilimin, kaybetmesine sebep olan aktörün eliyle, ikinci fobisinin normalleştirmesine destek olmasını talep ediyoruz. Bu eski-Türkiye medya dünyasının kaldırabileceği bir yük olmaktan uzaktır.
Diğer yandan eski Türkiye'nin köklü ve sahici bir şekilde değişmeyen, hatta değişim tartışması bile yapmayan tek aktörü Türk merkez medyasıdır. Tam da bundan dolayı yeni Türkiye'nin konsolidasyonu sürecinde en fazla hırpalanmaya başlayan aktör oldu. Orta vadede çok daha fazla hırpalanması da mukadderdir. Bu hem sektörün ekonomi politiğinden kaynaklanmaktadır hem de merkez medyanın yeni Türkiye'yi hazmedemediği sürece anlamsız bir aktör olarak erimesini durduramamasındandır. Oysa merkez medya, yıllarca meslektaşlarının bu mesele üzerinden ödedikleri bedelleri hesaba katmış olsa, sadece ahlaki tutarlılık adına bile çözüm sürecini kendi yenilenmesi için de bir fırsat olarak kullanabilir. Aksi takdirde süreç suhuletle bittiğinde, barış sürecine saldırmış, dalga geçmiş, provoke etmiş bir odak olarak hatırlanma riskiyle karşı karşıya kalabilirler.
[Sabah Perspektif, 6 Nisan 2013]