SETA > Yorum |
Avrupa Statükoya Dönüyor

Avrupa Statükoya Dönüyor

Yaklaşık 70 yıl önce kalıcı barışın inşası için başlatılan büyük Avrupa projesi, Brexit ile ilk büyük darbesini yemiştir.

İktidara geldiği ilk günden itibaren AB üyeliğini tartışmaya açan Birleşik Krallık’ın (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda) Muhafazakar Başbakanı David Cameron, 2015 yılında tekrar başbakan seçilmesi halinde AB üyeliğini iki sene içerisinde referanduma götüreceğini taahhüt etmişti ve taahhüt ettiği gibi seçimden bir sene sonra 23 Haziran 2016’da AB üyeliğini referanduma götürdü. “Brexit” (İngilizce Britain -Britanya- ve Exit -çıkış- sözcüklerinin kısaltması) olarak adlandırılan referandum sonucunda halkın yüzde 52’si (16 milyon) üyeliğin sonlandırılması yönünde; kalan yüzde 48’i (15 milyon oy) ise üyeliğin devamından yöne oy kullandı. Yüzde 70 civarında katılımın sağlandığı ve sadece yüzde 4 puan farkla sonuçlanan referandumla birlikte Birleşik Krallık’ın AB üyeliği kağıt üzerinde sonlanmıştır.

Referandum sonuçları incelendiğinde Brexit’e en çok desteğin İngilizler tarafından verildiği görülmektedir. Zira sonuçlara göre, AB yanlısı oylar İngiltere’de yüzde 47, İskoçya’da yüzde 62, Kuzey İrlanda’da yüzde 56 ve Galler’de yüzde 48 düzeyinde kalmıştır. Bu dahilde, İngiltere ve Galler üyeliğin sonlandırılması yönünde; İskoçya ve Kuzey İrlanda ise üyeliğin devamından yana oy kullanmıştır.

ZORLU MÜZAKERE SÜRECİ
Öncelikle Londra’yı ve Brüksel’i en az iki yıl sürecek olan zorlu bir müzakere süreci bekliyor. Referandum sonucu her ne kadar hükümet açısından bağlayıcı olmasa da halkın bu yönde bir karar vermesi ve teamül gereği çıkış prosedürlerinin bir an evvel başlatılması beklenmektedir.

Üyeliğin sonlanmasıyla bundan sonrası için Birleşik Krallık’ın önünde dört model yer almaktadır. Londra ve Brüksel’in “Norveç” modelinde karar kılması durumunda Birleşik Krallık, Avrupa Ekonomik Alanı’na dahil olacak ve tek pazar içerisinde kalacaktır. Ancak bunun için AB’nin belirlediği standartları ve düzenlemeleri kabul etmesi gerekecektir. “Türk Modeli” olarak bilinen ikinci modelin benimsenmesi durumunda Birleşik Krallık, AB ile bir Gümrük Birliği anlaşması imzalayacak ve bu sayede iç pazarda karşılıklı tarife uygulanmayacaktır; ancak bunun için Birleşik Krallık’ın AB ile dış pazar için ortak bir tarife uygulaması gerekecektir. “İsviçre Modeli” olarak bilinen üçüncü modelin uygulanması durumunda Birleşik Krallık ve AB arasında sadece belirli sektörleri kapsayan ortak pazar oluşturulacaktır ancak sadece belirli sektörleri kapsayacağı için bu modelin AB açısından tercih edilmesi pek mümkün gözükmemektedir. Dördüncü modelde ise Birleşik Krallık, AB üyesi ülkelerle ayrı ayrı serbest ticaret anlaşması imzalamak durumunda kalacaktır ancak bunun için Birleşik Krallık’ın 27 ülke ile ayrı müzakere yapması gerekeceğinden bu modelin uygulanması uzun zaman alacaktır. Bu durumda Londra açısından en uygulanabilir ve gerçekçi olan Norveç modeli olarak gözükmektedir.

TARİHİ SEÇİM VE YOL AYRIMI
Birleşik Krallık’ın üyelikten ayrılması Londra ve Brüksel için önemli sonuçları beraberinde getirmiştir. Daha önce Panama Belgeleri sonrasında kendisine duyulan güvenin azaldığı Başbakan David Cameron yaptığı ilk açıklamada istifasını beyan etmiştir: “Britanya’da yaşayanlar tarihlerindeki en büyük seçimi yaptı. Bu karara saygı duyuyoruz. Durumumuzda ani bir değişiklik olmayacak. AB ile müzakerelere başlayacağız. Güçlü bir iktidara ihtiyacımız var. Yeni bir liderliğe ihtiyaç var. Ekim ayındaki yapılacak parti kongresinde yeni bir lider arayacağız. Yeni bir yol bulmalıyız...” Cameron’un yerine göreve gelmesi beklenen kişiler arasında Londra eski Belediye Başkanı Boris Johnson ön plana çıkmaktadır.

Referandum sürecinde gerek IMF’nin gerekse OECD’nin hazırladıkları raporlarda muhtemel bir ayrılığın Pound’un değerinde hızlı bir düşüş olacağı vurgulanmıştı. Referandumun hemen sabahında Pound’un Amerikan doları karşısında yüzde 3.3, Euro karşısında yüzde 7 oranında değer kaybetmesi ve buna binaen Bank of England’ın faizlerde artışa gideceğini ima etmesi bu iki uluslararası kuruluşun haklılığını göstermiştir.

2014 yılında Birleşik Krallık’tan ayrılmayı oylayan İskoçya da AB üyeliğinin tamamen sona ermesiyle yeni bir referandumu tekrar gündeme getirecektir. Zira iktidardaki İskoç Ulusal Partisi (SNP) daha önce yayımladığı bir bildiride AB’den çıkılması durumunda İskoç halkına yeni bir bağımsızlık referandumu vaat etmiştir. İskoçya kadar Kuzey İrlanda’nın da referanduma gitme tehlikesi bulunmaktadır. Referandumdan hemen sonra açıklama yapan Kuzey İrlanda Yönetimi Başbakan Yardımcısı Martin McGuinness, birleşik bir İrlanda için referandum talebinde bulunmuştur. Bu dahilde, İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın gelecekte ayrılma potansiyeline sahip olması Birleşik Krallık’ın iç siyasette zayıflayacağı anlamına gelmektedir.

AB’YE İLK BÜYÜK DARBE
Diğer taraftan, AB için bu referandumdan üyeliğin sonlanmasına dair sonucun çıkmış olması uzun vadede meydana gelecek olan daha büyük sarsıntıların habercisidir. Yaklaşık 70 yıl önce kalıcı barışın inşası için başlatılan büyük Avrupa projesi, bu referandumda ilk büyük darbesini yemiştir. Haliyle bundan sonrası için yeni bir entegrasyon adımının atılması en azından önümüzdeki beş yıl boyunca mümkün değildir. Bu sebepten AB uzun bir süre statükoya dayalı politikalar izleyecektir. Bunun yanı sıra, Londra’nın üyelikten çıkması yeni ayrılıkları da tetikleyebilecek düzeydedir. Almanya, Danimarka, Hollanda, Fransa ve İtalya’da artan referandum talepleri bunun en önemli göstergesidir. Üyeliğini sonlandıran ülke sayısının artmasıyla AB’nin küresel itibarı büyük zarar görecektir. Böylesi bir durumda önümüzdeki 10 yıl içerisinde AB’nin gerekli bir kurum olup olmadığı sorusunu asıl tartışma konusu haline gelecektir. Ayrıca, uzun süreden beri AB ve ABD arasında yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP) görüşmeleri de en azından iki sene daha uzayacak gibi gözükmektedir. Bu durum ABD’nin AB ile hayata geçirmeyi planladığı ileri düzey işbirliğinin revize edilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Son olarak, AB içerisinde günden güne daha da görünür hale gelen İslamofobya ve göçmen karşıtlığı gibi “ötekileştirme” söylemleri de bu referandumdan sonra hız kazanacaktır. Bu durumda AB’nin “Farklılıklar içerisinde birlik” sloganı, manasını kaybedecektir.
İNGİLTERE-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
Referandum boyunca Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması için faaliyet gösteren “Ayrılığa Oy Ver” kampanyasının destekçileri Türkiye’nin AB üyelik sürecini de seçmenlerin kararlarını etkilemek amacıyla kullanmıştır. Odaklarına Türkiye’nin nüfus olarak çok büyük olmasını ve AB üyeliği durumunda milyonlarca Türk vatandaşının Birleşik Krallık’a göç edeceği argümanlarını oturtan bu kampanyanın kamuoyunda kısa sürede yankı bulması Cameron ve destekçilerini endişelendirmiştir. Bu sebepten, daha önce Türkiye’nin AB üyeliğine açık destek veren Başbakan Cameron bir televizyon programında yaptığı açıklamada, Türkiye’nin bugünkü hızla en erken 3000 yılında AB üyesi olabileceğini ifade ederek referandum öncesinde Türkiye ile ilgili olumlu tavır almaktan kaçınmıştır.

Cameron’u takiben Maliye Bakanı George Osborne da yaptığı açıklamada kendisi görevde olduğu müddetçe Türkiye’nin hiçbir zaman AB üyesi olamayacağını savunmuştur. Her iki siyasetçinin açıklamaları dikkate alındığında hükümetin, “Ayrılığa Oy Ver” kampanyasını yürüten blokun, halkı etkileme adına ortaya çıkardığı bu son taktikten fazlasıyla etkilendiği görülmektedir. Mevcut koşullar içerisinde Türkiye’nin önümüzdeki -en azından- 10 yıl içerisinde AB üyeliği mümkün değilken ve Almanya, Fransa ve Güney Kıbrıs gibi yeni fasılların açılmasına engel olan üye ülkeler varken Cameron hükümetinin Türkiye’nin üyeliğine karşı böyle bir tutum takınması yukarıda da değinildiği gibi AB’de son dönemde “farklılıklar içerisinde birlik” temasının güç kaybetmesiyle doğrudan ilintilidir. Farklılıkları birer zenginlik olarak gördüğünü ve topluluk içerisindeki tüm etnik unsurların haklarına saygı gösterildiğini sıklıkla vurgulayan AB’de hız kazanan “öteki” karşıtlığının üye ülkelerde birer iç politika malzemesi yapılması aslında ilk değildir. Daha önce 2005 yılında Hollanda ve Fransa’daki AB Anayasası Referandumu oylamalarında aşırı sağ partiler Türkiye’nin AB üyeliğini bahane ederek seçmenlerin tercihlerini manipüle etmeye çalışmıştır. Bu referandum sürecinde de Brexit taraftarı Türkiye’nin AB üyeliğini bahane ederek seçmenlerin tercihlerini manipüle etme yoluna gitmiştir.

Ancak referandumun sona ermesiyle Türkiye ile ilgili tartışmaların gündem dışına çıkması Cameron ve hükümet üyelerinin Türkiye konusunda yanlış bir adım attıklarını göstermektedir. Zira devlet politikası olarak Londra bugüne kadar Türkiye’nin AB üyelik sürecinde her daim yapıcı bir tutum sergilemiştir fakat bu devlet politikasının referandum sürecinde bir araç olarak kullanılması Ankara’nın Londra’ya olan güvenini zedelemiştir.

Birleşik Krallık’ın AB’den çıkmış olması aynı zamanda Gümrük Birliği’nden de çıkması anlamına denk geldiği için iki ülke arasındaki ticaret hacmi orta vadede nispeten küçülecektir ancak ileride iki ülke arasında bir serbest ticaret anlaşmasının imzalanmasıyla bu ticaret hacmi tekrar aynı düzeye çekilebilecek potansiyeldedir.

Özetle, bu referandum süreci AB’nin 43 yıllık misafiri Birleşik Krallık’ın üyeliği sonlandırdığı gibi AB’nin geleceğini daha şüpheli ve tartışmalı hale getirmiştir. Özellikle AB üyesi ülkelerde hız kazanan “ötekileştirme” söylemlerine karşı bir an evvel önlem alınmadıkça AB, çözümü daha zor sorunlarla karşı karşıya kalacaktır.

[Star Açık Görüş, 26 Haziran 2016].