Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden biri, Suudi Arabistan. Arap isyanlarının başladığı 2011’den bu yana izlediği siyasetle isyanların, özellikle Suriye krizinin gidişatını en çok etkileyen ülkelerden biri oldu.
Ancak, Arap isyanları süresince izlediği siyaset, daha çok maliyete ve hasarlara yol açtı. Suudi Arabistan bölgesel krizlerin neredeyse tamamında önce tarafsız, çekingen ve içe dönük bir tavır sergiledi. Sonrasında ise katı bir statüko ile otoriter kesimlerle iş tuttu. En sonunda da içine düştüğü kötü durumdan çıkmak için tedbirler aldı. Suriye krizinde de 2011-2013 arasında muhalefete düşük düzeyli destek verdi. 2013 sonrasında Kral Abdullah’ın ölümüne kadar şahin bir statükocu siyaset izledi. Kral Selman ile birlikte ötekileştirici şahin politikasından vazgeçip toparlanmaya başladı.
SURİYE POLİTİKASINI NE BELİRLEDİ?
Suudi Arabistan’ın Suriye politikasını belirleyen birinci husus, İran’ın ve Şiiliğin artan etkisi ve oluşturduğu tehdittir. Farklı nedenlerle Arap isyanlarının yayılmasına karşı çıkan bu iki devlet birbiriyle çatışan bölgesel vizyonlara sahip. Özellikle küresel güçlerle ilişkilerini normalleştirmesinden sonra bölgede daha cüretkâr davranan İran, Suudi Arabistan’ı Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen üzerinden kuşattı. Bunun yanında içerdeki Şiilerin de giderek İran yanlısı bir siyasi bilinçlenme içinde olması son zamanlarda Suudi Arabistan’ın korkularını, kuşatılmışlık ve yalnızlık hissini artırdı.
Lübnan ve Irak’ı kaybeden Riyad, Yemen ve Suriye krizlerinde daha müdahil olmaya başladı. Riyad, sekteryen bir siyaset izleyip bütün Şiileri bir görmekle ve onları İran’ın etkisine bırakmakla büyük bir yanlış yapıyor. Örneğin, Arap Şiilere bakışlarını değiştirerek onları İran etkisinde siyaset yapmak zorunda bırakmayabilirdi.
İkinci temel husus, Suudi Arabistan’ın İhvan-ı Müslimin ve onun çizgisindeki ana-akım İslami hareketleri ve partileri ötekileştirmesi oldu. Özellikle Mısır’da İhvan’ın seçimlerle iktidara gelmesi Suudi yöneticileri endişelendirdi. Öyle ki Mursi Hükümeti’nin düşmesi ve Sisi darbesinin yolunun açılması için gereken her türlü tedbirin içinde yer aldı. Sonuçta, geleneksel duruşunda silahlı mücadeleye karşı olan İhvan’ı terörist örgüt bile ilan etti. Yemen’de Islah Hareketi’ni, Tunus’ta Nahda’yı, Libya’da İhvan Hareketi’ni ve özellikle de Suriye muhalefetini oluşturan hareketleri ve grupları ötekileştirdi.
Suudi Arabistan’ın ılımlı veya ana-akım Sünni muhalif grupları desteklememesinin temel nedeni, Riyad’ın Arap Baharı’nı Suriye’de ve Mısır’da boğmak istemesi. Bunun da sebebi isyan ve/veya devrim dalgasının kendisini de etkileme ihtimalinden korkması. Sünni dinî söylemi siyaseten en iyi kullanan Suudi Arabistan, bu hareketleri ötekileştirerek büyük bir hata yaptı. En kısa sürede bu gruplarla yeniden ilişkilerini tesis etme yollarını aramalı.
YANLIŞ SİYASETİN SONUÇLARI
Suriye’deki İhvan benzeri muhalefete olumsuz yaklaşımının hem Suriye halkına hem de kendi siyasetine zarar veren üç önemli sonucu oldu. Birincisi, bu grupları en fazla destekleyen Türkiye’yi kriz sırasında yalnız bıraktı, hatta bölgede yalnızlaşmasına destek verdi ve Türkiye’nin Suriye’deki etkisinin kırılmasına neden oldu. İkincisi, ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin mütereddit siyasetlerinin devam etmesine katkı sağladı. Riyad’ın daha müdahil olması ABD’nin de daha Esed karşıtı merkezli bir siyaset izlemesine yol açabilirdi. Üçüncüsü, Suud’un Suriye muhalefetine destek çıkmaması, Suriye’deki muhalefet sahasının IŞİD ve el-Kaide tarafından doldurulmasına yol açtı. Muhalefetin radikalleşmesi de Batılı devletlerin daha çok endişelenmesiyle ve Suriye krizini IŞİD merkezli bir bakışla ele almasıyla neticelendi.
Riyad’ın Suriye siyasetini belirleyen üçüncü temel husus IŞİD ve el-Kaide örgütlerinin artan etkisidir. Özellikle IŞİD’in hem Irak hem de Suriye’de büyük bir alanı ele geçirmesiyle Vahhabist ve Selefist düşünceye dayalı terörizmin en büyük tehdit olarak algılanması üzerine Şii mezhebi ve İran küresel güçler tarafından dengeleyici güç olarak görüldüler. Batılı güçlerin, İran’ın himayesindeki Esed karşıtlığı da önemli ölçüde kalkmış oldu.
Suudi Arabistan’ın 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Batılı devletlerle ittifakı zedelendi. Bu saldırılardan sonra Batılılar Vahhabist ve Selefist İslami yorumu ötekileştirmeye başladılar. Bölgesel dengelerin bozulmasını engellemek adına da Şiiliğe ve temsilcisi İran’a alan açıldı. Özellikle Irak işgal edildikten sonra “Şiileştirilerek” İran’ın etkisine bırakıldı. Bunun üzerine Suudi Arabistan dış politikasında yeni açılımlar yapmaya çalıştı; Çin ve Rusya ile ilişkiler geliştirildi. Ancak bu ülkelerin zaten İran ile iyi ilişkilere sahip olması Riyad’ın etkisinin azalmasıyla sonuçlandı.
Etkisi azalan Suudi Arabistan birden kendini yalnız ve hamisiz buldu. Ortadoğu’da, hatta Körfez’deki müttefiklerini bile kaybetti. Yanında sadece iki mini devlet Bahreyn ile Kuveyt kaldı, ki onların da bölgesel güç denkleminde bir karşılıkları yok. Son dönemde başlattığı koalisyon süreçleri daha çok yeni fark edilen bu yalnızlığı kırmaya ve yeniden bölgesel etkinliğini artırmaya yönelik gelişmeler olarak okunabilir. Suudi Arabistan’ın yakın zamanlarda ABD öncülüğündeki bir koalisyona 150 bin askerle katılabileceğini açıklaması da bu yalnızlığı kırmaya yönelik.
Başka bir önemli husus ise Suudi Arabistan’ın Suriye krizinde insani boyutta takındığı tavır. Suriye muhalefetine gerekli desteği vermeyen Riyad, insani yardım ve mülteciler konusunda da düşük profilli bir siyaset izledi. Son zamanlarda ülkesinde yaşayan yüzbinlerce yabancıyı ülke dışına çıkaran Suudi Arabistan, ne ülkesinin kapılarını Suriyelilere açtı ne de mültecileri barındıran Türkiye ve Ürdün’e ciddi bir mali katkı sağladı. Ayrıca, son zamanlarda ciddi ekonomik sıkıntılar yaşamaya başlayan Riyad Yönetimi’nin en önemli dış politika araçlarını kaybetmesi bölgesel etkinliğine zarar verdi.
TÜRKİYE İLE İŞBİRLİĞİ
Suudi Arabistan’ın bölgesel ölçekte attığı yanlış adımların kendisine ve ortaklarına maliyeti yüksek oldu. Suriye krizinde izlediği siyaset de hem Suriye halkına hem de Türkiye’ye büyük zararlar verdi. Suriye’deki krizin derinleşerek devam etmesine yol açan tavrı Rusya ve İran gibi küresel ve bölgesel güçlerin müdahalelerine imkân tanıdı. Bu sonuç, Türkiye için ciddi güvenlik sorunları ortaya çıkardı. Her şeyden öte, Riyad’ın Suriye politikasının, konu hakkında benzer kanaate sahip olduğu Türkiye’ye ne insani ne de siyasi ve askeri düzlemde ciddi bir katkısı oldu.
Sonuç olarak, denilebilir ki Suudi Arabistan izlediği yanlış politikalar ve aldığı ihmalkar tavırlar neticesinde iç istikrarın bile tehdit altında kaldığı bir noktaya geldi; potansiyel müttefikleriyle de ayrı düşerek müttefiksiz kaldı. Son zamanlarda izlediği siyasetle yanlışlardan dönüldüğü görülüyor ancak kimsenin bir başka aktöre güvenmediği bu yeni sürecin iyi yönetilmesi gerekir. Suudi Arabistan, özellikle kendisi gibi küresel güçlerle ayrı düşen Türkiye ile birlikte hareket ederek bölgedeki siyasi ağırlığını artırmaya çalışmalı.
Suudi savaş uçaklarının İncirlik’e gelmesi de hem Suudi Arabistan’ın küresel güçlerden bağımsız bir gündemi olan Türkiye başta olmak üzere bölgesel Sünni Müslüman ülkelerle işbirliği yapma hem de IŞİD karşıtı oluşturulan küresel koalisyonun mücadelesine katkı sunarak IŞİD örgütüyle arasında mesafe, hatta çatışma olduğunu gösterme siyasetinin bir sonucu. Göründüğü kadarıyla Riyad-Ankara birlikteliği küresel güçleri ciddi bir şekilde rahatsız etti. Bu işbirliğinin boyutları, artıları ve eksileri zaman içinde ortaya çıkacak, ancak bu işbirliğinin geleceği daha çok Suudi Arabistan’ın küresel güçlerle ilişkilerindeki bağımlılık ve ABD ile Rusya arasındaki görünmez işbirliği tarafından belirlenecek.
[Al Jazeera Türk, 17 Şubat 2016]