Türkiye'nin Zeytin Dalı harekatına başlaması ve uluslararası alanda gösterdiği aktivizm, muhataplarını bir tavır almaya en azından bir açıklama yapmaya zorluyor. Özellikle ABD'li yetkililerle bir hafta önce başlayan görüşmeler yoğun bir şekilde devam ediyor. McMaster'ın Türkiye ziyareti, Mattis-Canikli görüşmesi ve Tillerson'un ziyareti bu anlamda dikkat çekici.
Yapılan görüşmelerin hemen hepsinde ABD'lilerin ön plana çıkan iki tutumu var: Birincisi DEAŞ'a karşı mücadelenin vurgulanması, ikincisi ise Türkiye'nin endişelerini anladıklarına yaptıkları vurgu. Zeytin Dalı operasyonundan önce ikinci cümleyi pek duymazdık. Ancak Türkiye'nin kararlılığını göstermesi karşısında açıklamalarına bu cümleyi eklemek durumunda kaldılar. Peki Türkiye için bir karşılığı oldu mu, şimdiye kadar hayır. Dolayısıyla Tillerson'un ziyaretinden Türkiye'nin endişelerini karşılayacak bir sonuç çıkması çok olası görünmüyor.
Kaldı ki kendisi gelmeden ayak sesleri geldi. Hem Mattis'in Nurettin Canikli ile yaptığı görüşme sonrasında hem de Tillerson'un Kuveyt'te yaptığı açıklamalar, Suriye'deki stratejilerinin devamına ve Türkiye ziyaretine ilişkin önemli ipuçları sunuyor. Mattis, DEAŞ'a odaklanılması gerektiğini iletmiş. Türkiye'nin güvenlik endişelerini anladıklarını da ekleyerek. Aynı şeyleri Tillerson da Kuveyt de söyledi ve Arap ülkelerinin ABD ile entegre bir şekilde çalışmaya devam etmeleri gerektiği mesajını vermiş oldu.
Muhtemelen Türkiye'deki görüşmelerde de benzer bir tavır takınacak. Ancak Suriye'deki pozisyonlarının Türkiye açısından kabul edilemez olduklarının da farkındalar. Bunun yarattığı krizin aşılması için de görüşmelerde kapsamlı analizler ve tartışmalar yapılmakta. Her iki ülkenin stratejik ilişkisinin korunması ve Suriye'ye dair kapsamlı bir mutabakat arayışı da masada. Mevlüt Çavuşoğlu'nun "iİlişkiler ya düzelecek ya da daha da kötü hale gelecek" mesajı da bu kapsamlı müzakere ve arayışlara işaret ediyor.
Öte yandan baktığımızda ABD'nin tavrında bir değişiklik gözlenmiyor. Ne Amerikan kurumlarının birbiri ile çelişik vaadlerde bulunduğu durumlarda, ne de son bir haftadır olduğu gibi ağız birliği yaptıkları konularda sahaya yansıyan bir değişiklik yok.
2019 bütçesinde PYD'ye akacak 550 milyon dolara ilişkin yeni bir açıklama yapılması da Kongreye sunulan istihbarat raporunun YPG ile PKK'yı eşitlemesi de bir farklılık yaratmıyor. Günün sonunda DEAŞ'la savaşın devam edeceği söylemi belirleyici pozisyon olarak kalıyor. Bu da ABD'nin mevcut Suriye stratejisinin devam edeceği anlamına geliyor. Bu da Türkiye ile gerginliğin bitmemesi demek.
Bu durumda ilişkilerin iyileşmesi mümkün görünmüyor. Peki kopma noktasına gelir mi? Bu soruya da cevabım hayır.
Muhtemelen ilişkiler yeni bir düzleme oturacak. O düzlem de ne stratejik ortaklık ne de düşmanlık düzleminde olacak. ABD kendi stratejisini uygulamaya devam edecek. Türkiye de tıpkı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları ya da S400 alımı gibi konularda kendi yolunu çizmeye devam edecek. Türkiye sahada ilerledikçe ve koşullar lehine döndükçe ABD Türkiye'ye taviz vermek zorunda kalacak. Mesela Afrin'de ilerledikçe Menbiçkonusunda eli güçlenecek. Haseke'yi sıkıştırdıkça ABD ile gerilim artacak fakat sahici bir pazarlığı da masaya getirmiş olacak.
Ne ABD Fırat'ın doğusunda yaptığı yatırımdan vazgeçecek, ne de Türkiye'nin bunu kabullenmesi mümkün. Türkiye'nin burada yapacağı şey, fırsat ve imkan buldukça kendi güvenliğini tehdit eden alanlara müdahale etmek ve ABD'yi pozisyon değişimine zorlamak. Kaldı ki, ABD'nin çok kısa sürelerde strateji değiştirdiğini ve müttefiklerini ortada bıraktığını Irak'ta da, yakın dönemde Suriye'de de gözlemledik. ABD'yi böylesi bir değişime zorlayacak koşulların ortaya çıkması durumunda tekrar değiştirmesi de mümkün.
[Fikriyat, 15 Şubat 2018].