Türkiye zor bir ülke. Etnik, inanç ve yaşam tarzı olarak bu kadar kutuplaşmanın varolduğu ama bir şekilde bu kutuplaşma içinde toplumsal kesimlerin hem birbirlerine temas ederek hem de temas ettiğini hissettirmeden yaşayabildiği çok az ülke bulabilirsiniz. Bu yüzdendir ki, bu ülkedeki iktidar sahipleri hangi sosyal yapının temsilcisi olursa olsun benzer şekilde birlik ve beraberlik çağrısı yapmaktan geri dur(a)mamıştır. Soğuk Savaş sonrası dünyanın siyasal hayata bir hediyesi olan kimlik siyasetinin yükselişi Türkiye’de de yankı bulmuş, adeta virüslerin canlı organizmalar dışında kristalleşmesi gibi, uygun ortam ve zamanı bulunca sessiz kalan kimlikler bir bir gündemde yer edinmeye başlamışlardır. Böylesi bir hava da doğal olarak sosyal kırılmaları beraberinde getiriyor. Gezi olayları sonrası siyaset, şu an için sadece hissedilen ama bir türlü dillendirilemeyen bir momentin içinde kendine çıkış yolları arıyor. Türkiye sosyal bir kırılmanın eşiğinde bekleyen bir ülke konumunda iken ivedilikle bir arada yaşama kültürünün sağlam temellerle inşa edilmesine öncelik vermek zorunda. Şimdi yapılmayacak olan her açılım, helalleşme ve çözümün ileride başka şartlar altında alınacak zorunlu tedbirlere dönüşmemesi için bu konuya eğilmek kendisini doğrudan her bir meselenin öncülü konumuna getiriyor.
BİRKAÇ CÜMLEYİ AŞAMAMAK…
Bu ülkedeki en başat sosyolojik çatallaşma olan Türk-Kürt ayrışmasının yansıması olan Kürt meselesinin çözümü sonradan yasal düzenlemelerle halledilebilecek teknik meseleleri saymazsak hepi topu üç cümleden ibarettir. Her gün yavaş yavaş da olsa artan Alevi-Sünni gerginliğinin önüne geçmenin reçetesi ise iki cümledir. Kendilerini her zaman bu ülkenin gerçek sahibi gören seküler kesimin dindarlar üzerinde kurduğu baskı artık su götürmez bir gerçekken, son on yılda ülke yönetimini ele geçirmek için verilen iktidar kavgası sonucunda muzaffer olan dindarlara yakışan tavır ise bu mücadeleyi sonlandırıp, iki cümlede sekülerlere hayat tarzlarına müdahale edilmeyeceğinin garantisinin verilmesidir. Bu garantinin sadece söylemsel düzeyde kalmayıp atılacak adımlarla eylemsel bir düzleme geçmesi de yapılacaklar listesine acilen yazılmalıdır.
ÇÖZÜMÜN ANAHTARI
Gezi Parkı protestolarının ardından herkesin üzerinde mutabık olduğu nokta, artık meselenin ne park ne de iki ağaçtan ibaret olduğudur. Sanki Gezi Parkı’ndaki iki ağacın kökleriydi toplumun fay hatlarını sabit tutan; sökülen ağaçlar bu fayları artık geri döndürülemeyecek şekilde aktif hale getirdi. Aksi takdirde Gezi olaylarındaki söylem çokluğunu, katılım çoğulculuğunu (feministinden ulusalcısına) ya da eylemlerin neden hâlâ Alevi vatandaşların yoğun olarak yaşadığı yerlerde devam ettiğini anlayamayız. Şu noktada yapılması gereken şey ise bu gerginliği atılacak somut adımlarala dindirmekten başka bir şey değildir. Bu gerginliğin önüne geçilmesinin yolu, -yalnızca- Meclis’te en mükemmel yasaları yapmaktan geçmiyor. Bir kere zihinlere niyet okuma pratiği yerleştiğinde, toplumdaki kaynamanın önüne geçmenin tek yolu niyetinizi ayan beyan ortaya koyup barışı tesis etmekten geçiyor. En nihayetinde, hukuk ve yasalar teknik meseleler olmakla birlikte, uzun vadede ideal yaşama ulaşmak için zemin hazırlayan araçlardır. Sorunun çözümünün anahtarı buradaki karşılıklı ve bağımlı değişkenleri iyi okuyabilmekten geçmektedir.
SOSYAL MESELELERİN ÇÖZÜMÜNDE KİLİT ROL: TANINMA
Gezi olaylarının bize bir kez daha deneme yanılma yöntemiyle öğrettiği bir diğer mesele de ‘tanınma’ (recognition) ya da ‘muhatap alma’ denen mefhum. Felsefi birçok metinde birçok düşünürün önemine değindiği tanınmanın sosyal meselelerin çözümünde ne kadar kilit bir rolü olduğunu aslında Kürt meselesi çok net bir şekilde ortaya koymuştu. Kürt vatandaşlara çözüm süreci diye adlandırılan barış yoluna koyulmadan önce hükümet tarafından birçok haklarını kullanmaları için imkânlar sağlansa da, bunlar hiçbir zaman bugün elde edecekleri haklardan daha değerli olmamıştı. Aslına bakıldığında çözüm sürecinden bu yana kayda değer somut gelişme olarak sadece anadilde savunma hakkını sayabiliriz ama çözüm sürecinin tanınma ile birlikte gelen manevi rahatlama ortamının somut yansımalarını bugün bütün Kürt vatandaşlarda gözlemlemek mümkün. Otuz yılda deneme yanılma yöntemiyle ve on binlerce cana mal olarak gelinen bu noktayı artık tecrübeden bilgiye ve akabinde de eyleme geçirmenin tam vakti. Bu yüzdendir ki, Başbakan’ın talimatıyla yeniden gündeme gelen Alevi açılımında ikinci perdeye geçilmeden önce çok hassas davranılması gerekiyor. Alevi dernekleri, federasyonları ve Alevi vatandaşları temsil eden bütün yapılarla görüşmeden girişilecek olan Alevi açılımı ya da türevleri büyük oranda geri tepme riskini de içeriyor.
GÖZETİLMESİ GEREKEN DAYANAK NOKTASI: ADALET
Gezi olaylarından kaynaklanan krizi bütün ülkeye maledecek şekilde fırsata dönüştürmenin yolu, çözüm süreciyle birlikte daha geniş mecrada Alevi ve Seküler kesimleri muhatap alacak büyük bir Türkiye Barışı planından geçiyor. Bunun adına ister ‘kamusal müzakere’ diyelim, ister sivil toplumu da içine alarak ‘katılımcı demokrasinin temellerini atma’, son kertede Gezi’nin yeni siyasal kavrayışa getirdiği dinamizmi eyleme dönüştürmek ülke tarihi için dönülmesi gereken önemli bir kavşak olacaktır. Bunu, Kürtleri rahatlacak şekilde Türkçülükten uzak, Alevileri rahatlatacak şekilde Sünnicilikten uzak ve Sekülerleri rahatlacak şekilde de Muhafazakârlıktan uzak bir şekilde planlamak gerekiyor. Burada gözetilmesi gereken tek dayanak noktasının adalet olması toplumun her kesiminin hassasiyetlerini okşayacak yeni bir yol sunacaktır. Etnisite, mezhep ve yaşam tarzları ayrışabilir ama herkesi kuşatacak adalet duygusu bu coğrafyada her daim olmuştur ve olacaktır.
TOPLAMDAN DAHA FAZLASI İÇİN…
Teorik ve pratik olarak modası çoktan geçmiş bütün paradigmalardan bağımsız ve spontan gelişen bu sese kulak vermek yeni Türkiye’nin yeni siyaseti için eşsiz imkânları da beraberinde getirmektedir. Nasıl ki Gezi eylemlerinin kendisi bir nihai entite olarak olaylara katılan her bir grup ve kişilerin “toplamından bir fazla” anlam ifade ediyorsa, Türkiye Barışı adına atılacak her adım Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve Dindar-Laik barışının “toplamından daha fazlasını” önümüze sunacaktır.