Ortadoğu yeni yıla Sünni- Şii tartışmasıyla girdi. Suudi Arabistan'ın "terör suçu" sebebiyle 2 Ocak'ta idam ettiği kırk yedi kişinin çoğunluğu el-Kaide üyesiydi. Ancak idam edilen dört Şii'den birisi de Şii Ayetullah Nimr Bakır el-Nimr idi. Ayetullah Nimr, 2011'de Katif şehrinde Suudi rejimine karşı düzenlenen gösterilere öncülük etmişti. "Halkı protestolara teşvik etmek, fitne çıkarmak, güvenlik güçlerine direnmekten" suçlu bulundu ve 15 Ekim 2014'te idam cezasına çarptırıldı.
İran'ın sert uyarılarına rağmen cezası geçen cumartesi infaz edildi. Tahran'da Suud büyükelçiliği yakılırken Lübnan'dan Irak'a ve Yemen'e kadar tüm Şii dünyadan sert tepkiler geldi. ABD'den "mezhep çatışması" uyarısı gelirken bölgedeki tansiyon yükseliyor. Mesele, farklı İslami yorumların savaşı değil... Suudi Arabistan'ın korkularının ve İran'ın hırsının çatışması.
Arap isyanları S. Arabistan'ı üç tehditle karşı karşıya bıraktı. İlki, İhvan'ın Mısır'da iktidara gelmesiyle zirve yapan demokratik dalgaydı. Bu tehlike Sisi darbesiyle uzun süreliğine ertelendi. İkincisi el-Kaide türü Sünni-Selefi radikalizmi. DAİŞ'le mücadele için kurulan "İslam İttifakı" bir yönüyle bunu karşılamaya yönelik. Üçüncüsü de Körfez'deki Şiilerin direnişi. Bu tehdit Suud'u hem kendi iç siyasetinde hem de bölgesel denklemde zorluyor.
S. Arabistan'ın yüzde 10'unun Şii olduğu tahmin ediliyor. Doğu vilayetinde ise Şii ağırlıklı bir nüfus bulunuyor. Arap isyanları sırasında direnişe geçen Şii muhalefet Suud iç siyasetinde Vahhabi söylemi daha da katılaştırıyor. Şiileri "sapkın" hatta "kâfir" olarak gören yorumlar "Safavi ihanet" söylemi ile birleşiyor. Bu iç kutuplaşma ve husumetin getirdiği kaotik ortam bir şiddet dalgasına dönüyor.
Medyada pek yer bulmasa da S. Arabistan'daki iç şiddet camilerin, türbelerin bombalanmasına kadar vardı. Bu yüzden Suud ailesi sadece Yemen'de Husilere karşı girdiği savaştan dolayı değil kendi evindeki Şii direniş sebebiyle de tehdit altında. İdama tepki gösteren İranlı siyasetçiler de doğrudan bu tehdit algısına hitap ediyor. Dini lider Ayetullah Hamaney'in "İlahi intikam şüphesiz Suudi siyasetçilerin yakasına yapışacak" ifadeleri buna en üst düzey örnek.
Körfez ülkelerindeki Şiiler de İran'ın "yayılmacı" siyasetinden destek buluyor. Zira 11 Eylül sonrası ABD'nin Afganistan ve Irak işgalleri ile önü açılan İran, Arap isyanlarının bölgeye getirdiği kaostan en çok istifade eden ülke oldu. En son adım olarak da nükleer antlaşmayla ABD ile arasını düzeltti. Ekonomik ambargolardan kurtulacak İran'ın bölgesel çatışmalara daha fazla kaynak aktarması mümkün. Şii "uyanışı"nı destekleyen İran'ın "yükselişi" bir yandan tüm Şiileri hareketlendiriyor ve özgüven sahibi kılıyor.
Diğer yandan ise Sünni dünyada Şiilere karşı derin bir husumeti besliyor. Bu durum İran ve S. Arabistan'ın bölgesel güç projeksiyonlarını doğrudan etkiliyor. Ve ikisi arasındaki bölgesel iktidar mücadelesi giderek Sünni- Şii mezhep çatışmasına dönüşüyor. İran yakaladığı bölgesel gücü tahkim etme derdinde iken S. Arabistan Şii direnişin ülkesini bölmesinden tedirgin.
Türkiye de İran'ın Şii yayılmacılığından rahatsız. Suriye'de ve Irak'ta doğrudan birbirlerine karşıt tarafları destekliyorlar. Bu yönüyle İran'ın bölgesel hırsları Türkiye ve S. Arabistan'ı birbirine yakınlaştırıyor. Ancak yine de Türkiye, İran-Suud mücadelesinin Sünni-Şii mezhep savaşına dönmesini engelleyebilecek tek ülke. Öncelikle bölgedeki mücadelenin özünde teo-politik olduğu vurgulanmalı. Yani yaşanan çatışmanın mezhep farklılığından değil, devletlerin rekabetinden kaynaklandığı daha yüksek sesle ifade edilmeli. AK Partililerin açıklamaları ve Diyanet İşleri Başkanı Görmez'in İran ve S. Arabistan'a ziyaretleri bu yönde atılmış adımlar.
Muhalefetin itirazına aldırmadan bölgemizdeki teo-politik savrulmayı karşılayacak yeni bir dinsel dilin de geliştirilmesi lazım. Aksi takdirde, Suud'un korkuları ve İran'ın hırsları medeniyetimizin köklerini zehirlemeye devam edecek.
[Sabah, 5 Ocak 2016]