Her meslek grubunda hata yapan insan vardır. İşini ne kadar iyi yapmaya çalışsa da bir yerde bir detayı gözden kaçıran; aldanıp, istemese de aldatanlar çıkar. Hatta art niyetliler de vardır. Mesleğin sunduğu imkânı işleri için değil kendileri için kullananlar; rüşvetçi bürokrat, bıçak parası isteyen doktor veya şahsi çıkar sağlayan siyasetçi…
Yakalanmazlarsa çarklarını döndürmeye devam ederler. Yakalanırlarsa bedel ödeme zamanı gelir. Önce rezil olurlar, toplumsal itibarları zedelenir. İnsan içine çıkamaz, en yakın aile fertlerinin bile yüzüne bakamaz hâle gelirler. Daha sonra hukuki süreç başlar. Mahkemeler, mahkûmiyetler, hapis ve para cezaları… Tabii ki buradan da bir şekilde kurtulmayı başaranlar olur ancak genel kaide suçlunun cezasını çekmesidir.
Gazetecinin bir türü var ki o her zaman kurtulur. Hesap vermekten tamamen azadedir. Geçmişteki ve gelecekteki bütün sorumluluklarından çoktan masum ve masun kılınmıştır. Arada tabii ki hata yapar ama hatalarını bile diğerlerinin başına kakacak bir enstrümana dönüştürür; "Ben bu dava için hata yapıp özür bile diledim. Peki, sen ne yaptın?" Başına çorap ördüğü onca masuma, kendi ihtirasları uğruna ülkeyi çıkmaza sokmasına karşılık, uzun ve dolambaçlı bir yazı yazar. Yazı boyunca hata yapmasının ne kadar kaçınılmaz olduğunu anlatır durur. Öyle haklıdır ki yazıyı okurken bir an için kendinizden utanırsınız; "Ya ben nasıl bir terbiyesizim ki bu kişiden öz eleştiri yapmasını beklemişim." En nihayetine, yazının sonuna geldiğinde, oracığa kibirli bir özür iliştirir. Özür cümlesidir aslında ama özür anlamı içermez. O cümle orada bütün yazıyı bağlamak, çarpıcı bir sonla bitirmek için yer almaktadır. Artık başa çıkılamaz ve taşınamaz hâle gelen kibri, başka bir formla ortaya koymak için ordadır özür; "Kendiyle bir kalemde hesaplaşabilen dürüst ve olgun insan."
Her özür aslında bir sözdür aynı zamanda; "Ben bu hatayı bir kere yaptım, şimdi hatamı fark ettim ve gelecekte bu hatayı yapmayacağım." Gelgelelim özür kibirli gazetecimiz için asla böyle bir taahhüt içermez. Aksine kibirli gazetecinin özrü "Ben bildiğimi yapmaya devam edeceğim. Yine söz söyleme şehvetine kapılıp, gazeteciliğin temel ilkelerini bir kenara iteceğim. Kritik bir siyasi dönemeçte zan ve vehimlerimi siyasi çıkış ve strateji olarak önereceğim. Bu alana sahip olmaya devam edebilmek için şimdilik özür diliyorum" mealindedir. Ve özürden hemen sonra kendince açtığı yeni ve temiz sayfada sınırsız kredi ile eski alışkanlıklarına devam eder.
Ne de olsa o sadece fermanını okuyacağı zaman mahalleye tenezzül eden, mahallenin üstünde, mahalleliden berî gazetecidir. Mahalle kerihtir lakin birinin de fedakârane nizam vermesi gerekmektedir. İstemeye istemeye "mahallenin ağaçlarına dadanan kurdun, kuşun ve karıncanın" peşine düşer. Yazıdan yazıya mahalleye tenezzül etse de bu ulvi fedakârlık ona düşmüştür bir kere. Ülkenin batıdaki imajından rahatsız olur, "demokratik ufuklar"a yelken açtığımız o eski günleri hasretle anar, mikro yönetim anlayışından şikâyet eder, kutuplaşmadan kaygılanır, Türkiye’nin içe kapanmasından korkar, koalisyonun sarılıp kucaklaşmak için yegâne şans olduğunu söyler. Sakın ola bunları kendisine hatırlatmayın, arşivden eski yazılarından birini çıkartıp yüzünüze çarpar; "Ama ben şu konuda bunu yazmıştım. Herkes susarken konuşmuştum." El-Hak, öyledir bayım. Lakin nasıl ki üç yanlış bir doğruyu götürmüyorsa, üç doğru da bir yanlışı götürmüyor. Ve sorun söylediğiniz veya söylemediğiniz şeyler değil; hata yapmanız, ders almamanız, hiçbir şey olmamış gibi tekrar hata yapmanız, tekrar ders almamanız...
[Türkiye, 21 Haziran 2016].