Cumhurbaşkanlığı sisteminin Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlamasının ardından CHP grubu adına, partinin görüşlerini Deniz Baykal dile getirdi. Baykal’ın Meclis’teki konuşması bazı yorumcular açısından “yerinde” bir karar olarak nitelendirildi. Baykal’ın Türkiye siyaseti açısından “sembolik” anlamına vurgu yapıldı. Eski siyasi gelenekten gelen biri olarak uyarılarının önemli olduğu vurgulandı. AK Parti çevrelerinin ve toplumun, bu deneyimli siyasetçiye kulak vermesi önerildi.
Önce şunu belirtelim. CHP’nin Cumhurbaşkanlığı sistemine yönelik siyasetinde, parti adına Baykal’ın konuşması en önemli taktiksel hatalardan biriydi. Çünkü 367 krizinin mimarlarından biri olan Deniz Baykal’la ilgili toplumsal hafızamız daha çok taze. Unutmadık. Seçtiğimiz eşi başörtülü siyasetçilere karşı yapılan hakaretler hâlâ zihnimizde çınlıyor. Uzağa değil on yıl önceye gidelim. 367 krizinin en büyük sorumlularından biri, o dönem CHP’nin Genel Başkanı olan Deniz Baykal’dı. Meclis’i kilitleyen, AK Partili bir adayın cumhurbaşkanı olarak seçilmemesi için canla başla mücadele eden, toplumsal gerginlikleri tırmandıran, Cumhuriyet mitingleri üzerinden dizayn siyasetine soyunan kişi yine Deniz Baykal’dı. Yani, bugün cumhurbaşkanlığı sistemi milletin önüne kadar gelebilmişse bunda Baykal’ın önemli bir katkısı vardır.
Söylediklerimin afaki kalmaması için on yıl öncesine gidelim. Baykal’ın konuşmalarının izini sürelim. Gün gün nasıl gerginliği tırmandırdığını ve Meclis’i nasıl kilitlediğine bakalım. Daha Cumhurbaşkanlığı seçimlerine iki sene gibi bir süre varken Haziran 2005’te Deniz Baykal, eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olma ihtimaline şu sözlerle karşı çıkıyordu: “Cumhurbaşkanlığı’nın bir simge olarak yansıttığı görüntü çok önemlidir. (...) Bu [eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olma ihtimali] türbanı resmîleştirme, türbanı Türkiye’nin resmî, anayasal, devlet düzeninin içine yerleştirme mücadelesidir. Buna direnenler de devletin türbanlaştırılmasına, devlete bir türban takılmasına yönelik kaygıları dolayısıyla tepki gösteriyorlar.”
Baykal bu tanımlamasının ardından, yasalarda eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olmasına yönelik yasal bir engelin olmadığına yönelik itirazlara şu cevabı veriyordu: “Her şey yasa değil. Cumhurbaşkanı’nın eşinin türbanlı olmaması için yasal düzenlemeye gerek yok. Her şey yasayla Anayasa’yla düzenlenemez.” Baykal bu konuşmaları yaptığında cumhurbaşkanının kim olacağına yönelik AK Parti’nin o dönem gündeminde böyle bir konu yoktu. Hatta AK Partili yetkililer, kendilerine bu yönde sorulan sorulara “zamanı gelince bu meselenin konuşulacağını” belirterek cevap veriyorlardı. Ancak, Baykal ve partisi çoktan dizayn siyasetine başlamıştı. Baykal, söz konusu dönemde toplumsal gerginliklerin, kutuplaşmaların artacağını söyleyerek sonradan düzenlenecek Cumhuriyet mitinglerinin işaret fişeğini ateşliyordu.
Baykal’ın, 367 garabeti üzerinden toplumsal gerginlikleri tırmandıran Cumhuriyet mitingleri ile ilgili söyledikleri de, aslında krizi derinleştirmeye yönelikti: “Mitingler, Türkiye’deki kilidi çözecek anahtarlardır. Halk demokratik laik rejime sahip çıkmıştır. Konuya halk el koydu. Herkes tehlikenin farkındadır.” Evet toplum olaya el koymuştu ama Baykal’ın istediği gibi değil. Cumhurbaşkanını bundan böyle kendisinin seçmesi gerektiği yönünde. Bir daha kriz çıkmayacak şekilde.
Baykal ve CHP, Meclis’i kilitlemekle kalmamış cumhurbaşkanlığı seçimini Anayasa Mahkemesi’ne götürerek krizi derinleştirmişti. Hatta, mahkemenin karar vermesini beklemeden, mahkemeyi de tehdit edercesine şu çağrıyı yapmıştı: “Anayasa Mahkemesi’nin 367 milletvekili bulunmadan cumhurbaşkanı seçilebileceği yönünde karar vermesi, Türkiye’yi tehlikeli çatışmaya sürükleyecektir.”
Deniz Baykal’ın Cumhurbaşkanlığı sistemine yönelik eleştirilerini dinlerken, zihnimiz ister istemez o günlere gitti. Bu gün Türkiye’de siyasal sistemin dönüşümüne yönelik önemli bir katkıyı bu anlamda Deniz Baykal vermiştir. Bu son konuşmasıyla da yine toplumun hafızasını tazelemiş ve referandumda çıkacak sonuca, sistemin kabul edilmesi lehine bir kaç puanlık katkı sağlamıştır.
[Türkiye, 12 Ocak 2017].