Tarihin en büyük ihanet hikayelerinden biri bu ülkede geçti. Başta İslam dini olmak üzere toplumun tüm değerlerini kullanan örgüt devletin kılcal damarlarına kadar sızdı.
Bir asalak gibi bir organizmadan bir diğerine yolculuk yaptı. Kendi başına hiç var olmadı. Hep birilerinin üzerine yapışarak ve sömürerek büyüdü.
Şimdi herkes son on yıldaki büyümesine bakıyor.
Halbuki bu asalak örgüt sadece Ak Parti hükümetlerine yapışmadı.
Doğduğu günden bu yana şiarı hep buydu. Ecevit'ten tutun da Demirel'e Çiller'den tutun da Yılmaz'a kadar her siyasi aktöre yanaştılar.
Kiminden az kiminden çok kazanç sağladılar.
Seksen ihtilalinde bile darbecilere yanaştılar. Fakat asıl doksanlarda güç biriktirdiler.
Doksanlarda koalisyon hükümetleri döneminde siyasal istikrarsızlık ortamını kullanarak farklı ittifaklar kurdular.
Siyasal otoritenin böylesi zayıf olduğu dönemlerde geometrik olarak büyüdüler ve güçlendiler.
Aynı tarihlerde Orta Asya açılımını gerçekleştirebildiler. Ve bence Amerika ile asıl ortaklık tam bu dönemde başladı.
Bu süreç örgüt liderinin 99 yılında Amerika'ya yerleşmesiyle tamamlandı ve yeni bir merhaleye girdi. Bütünüyle Amerika'nın kucağına oturan örgüt Türkiye'de de AK Parti'ye yanaştı. AK Parti'ye kapatma davası açıldığında eline tarihi bir fırsat geçti. Yargıdaki gücünü kullanarak AK Parti için cazip hale geldi. Ve adım adım daha da derinlere indi. Cumhuriyet mitinglerinin, kapatma davalarının ve darbe dedikodularının bulunduğu bu dönemde devletin içinde kendine meydan okuyabilecek diğer örgütleri de devre dışı bıraktı. Ama örgüt ne zaman siyasetin sırtından geçinme alışkanlığını bir kenara bırakıp kendisi siyasetin aktörü olmaya kalkıştıysa, o zaman kaybetmeye başladı.
Aslında örgüt başından beri ihanete ayarlıydı. Fakat toplumun böylesi sıkı örgütlü olmayan kesimleri örgütlü olanlara karşı savunmasızdır. Geniş kitleler örgütlü radikal grupları kendisi gibi sıradan bireylerle karıştırabilir.
İhanetin boyutunu görmeyebilir. Halbuki örgüt mensupları hep kendilerini toplumun diğer gruplarından ayırt etmeye çalışırlar. Giydikleri namaz takkesiyle, bıyıklarıyla, kıyafetleriyle ve daha görünür bir sürü araçla kendilerini farklılaştırmak isterler.
Toplum bunu fark ettiğinde dahi fazla önemsemez. Çünkü normal şartlarda her bireyin kendine has bir gündemi vardır. Nadiren ortak bir hedefe veya ortak bir düşmana karşı birleşirler. Bu nedenle de böyle bir ihanet şebekesinin varlığını fark etseler dahi bir bütün olarak bunun karşısına dikilmekte zorluk çekebilirler.
Fakat bu ihanet öyle bir hal aldı ki, artık göz ardı edilecek veya başkaları mücadele etsin denilebilecek bir çizginin çok ötesine geçti. O gece hepimiz gördük ve bildik ki, bu ihanet hepimizi hedef alıyor. İşte o zaman toplumun bütünü gerilir ve dikilir. Toplum o gece topyekun bir dirilişe imza attı. 16 Temmuz sabahı tüm kişisel hesaplar ve ayrılıklar geride kaldı. Kendilerini tankın altına atan insanlar bireysel gündemlerini hiç umursamadı. "Bana ne canım başkası yapsın" demedi. İşte bunun adı diriliştir.
Aradan tam bir yıl geçti. Şehitler köprüsüne yürüyen ve tüm ülkede meydanları dolduran milyonlar açık bir siyasal bilinçle ülkenin kurtuluş savaşı için hazır olduklarını bir kez daha gösterdiler. Teyakkuz devam ediyor.
İnşallah bu toplumsal diriliş siyaseten de karşılığını bulacak ve devlet kendisini yeniden inşa edecek ve bu millete hak ettiği hizmeti verebilecek bir hale kavuşacaktır.
[Takvim, 18 Temmuz 2017].