Kobani'de yaşanan katliamlar üzerinden özellikle Kürt siyasal hareketinin sokağı siyaset üretme ve politik söylemini meşrulaştırmak için bir sonuç alma yöntemi olarak kullanması, birçok kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlandı.
Ölenlerin kimlik özelliklerinin bir işaretleyici olarak kullanılması ya da bazı bölgelerde farklı kimlik gruplarının karşı karşıya gelme durumu, 1970'lerde ve 1990'larda yaşanan güvensizlik sarmalını hatırlattı.
Bu süreçte yaşananlar ve milliyetçi Kürt siyasal aktörlerinin sokağı mobilize etmeye yönelik aktif söylemleri toplumlar arasındaki güvenlik ikilemini derinleştirmeye hizmet eden bir işlev gördü.
Kimlik grupları arasındaki bu güvensizlik halinin pekişmesine vesile olan diğer bir unsur ise, uzun süredir hükümete yönelik bir muhalefet etme tekniği olarak kullanılan "toplumun gittikçe kutuplaştığı" şeklindeki pasif söylemler ve bu durumun muhtemel çatışmaları ortaya çıkaracağına yönelik beklenti oluşturma girişimleridir.
Toplumsal güvenlik ikilemi, kimlik gruplarının kendi toplumsal/kimlik güvenliklerini artırmaya yönelik her bir edim ya da mobilizasyon diğer kimlik gruplarının reaksiyonu ile karşılık bulmasının sonucunda gerçekleşir. Dolayısıyla toplumsal gruplar arasında bir güvensizlik hali ortaya çıkar. Bu bağlamda, 1970'ler ve 1990'larda siyasal kırılganlık ve belirsizliğin hâkim olduğu siyasal yapıda her bir kimlik grubunun (sağcı, solcu, Kürt, Türk, milliyetçi, İslamcı, Alevi, Sünni) birbirine şüphe ile bakmasının ve her birinin ötekini tehdit olarak görmesinin neticesinde güvensizlik sarmalı büyümüştür.
Güvenlik ikileminin oluşturduğu ortamda bireyler kendisini yakın hissettikleri bir gruba dâhil olarak çatışma süreçlerinin içine girmişlerdir. Başta küçük gruplar arasındaki gerginlikler büyüyerek kontrolden çıkmış ve etnik ve de mezhebi çatışmalara dönüşmüş sonuçta da birçok insanın hayatını kaybetmesiyle neticelenmiştir.
Bu dönemlerde bu çatışmaları derinleştiren en önemli husus, hükümetlerin güçsüz olması ve siyasal kırılganlıklarla birlikte siyasal belirsizliğin topluma hakim olmasıydı.
Buradan bakıldığında özellikle AK Parti iktidarı döneminde Gezi olayları ve 17 Aralık süreci başta olmak üzere planlı ya da plansız birçok gelişmenin bir tarafında siyasal istikrasızlık oluşturmak hedeflenmişti. Bu istikrarsızlığın oluşturulabilmesi için de çoğu zaman toplumsal güvenlik ikilemi üzerinden bir çatışma hali de devreye sokulmaya çalışılmıştır.
Bu süreçlerde büyük bir çatışma halinin ortaya çıkmasını engelleyen unsur siyasal istikrarın varlığı ve hükümetin güçlü olmasıdır.
Son olaylar üzerinden konu ele alındığında, çözüm sürecinin inşasına dair toplumlar arasında güvensizlik halinin giderilmesine ve sürecin toplumsallaşmasına yönelik birçok adım atılmış ve önemli bir mesafe kaydedilmişti. Ancak Kobani üzerinden sokağın terörize edilmesiyle bu kazanımlar yara almış ve yeniden toplumlar arasında güvensizlik hali ortaya çıkmıştır. Ancak altı çizilmesi gereken husus, bu güvensizlik halinin pekişmesinde sadece son sokak olayları değil, özellikle Kürt siyasal hareketinin en başından itibaren çözüm sürecinde uygulamış olduğu siyasetin de önemli bir payı bulunmaktadır.
Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralamak mümkünüdür.
Dile getirilecek ilk husus, Kürt siyasal hareketinin taleplerindeki belirsizliktir.
Çünkü sürecin başından itibaren ucu açık, çerçevesi çizilmemiş ve maksimalist talepler özellikle Türk tarafının endişelerini canlı tutmuştur. İkinci olarak, Kürt siyasi hareketi HDP, KCK, DTK, YDGH, Kandil ve İmralı gibi çok farklı bileşenlerden meydana geldiği için kendi iç dengelerindeki çekişmeler ve farklı pozisyonlar ve ayrıca taleplerinde ortaklaşamama çözüm sürecinde muhataplık sorununu gündeme getirmekte ve güvensizliği beslemektedir.
Diğer önemli bir unsur, bu muhataplık meselesi ile de doğrudan ilişkili olan aktörlük meselesidir. Farklı aktörlerin belirsizlik ortamında dolaşıma soktuğu politika ve söylemlerin Türk toplumu tarafından anlamının ne olduğuna dair kuşkular güvensizliği artırmaktadır. Tam da bunun üzerinden, geleceği tekinsiz bir süreç olarak algılayan toplumsal kesimler güvensizliğe kapılmaktadırlar. Son olarak ise, en kötü ihtimale kendisini hazırlayan taraflar, aksiyon-reaksiyon aşamalarının da devreye girmesiyle, güvenlik ikilemlerinin çatışmaya dönüşme ihtimalini ortaya çıkarmaktadır.
Sonuç olarak, güvensizlik halini ve güvenlik ikilemini ortaya çıkaran unsurların bertaraf edilmesine yönelik yeniden güven artırıcı önlemler devreye sokulmalıdır.
Bu anlamda akil insanlar heyetinin yeniden sürece dahil edilmesi önemli bir gelişme olarak çözüm sürecine yönelik umudu canlandırmaktadır.
[Sabah Perspektif, 18 Ekim 2014]