Bir türlü taşların yerine oturmadığı Ortadoğu'da siyaset de söylemler de devinim halinde. Barış ve uzlaşma da şiddet ve çatışma da kendini meşrulaştıracak söylemle geliyor.
Çözüm sürecinin neresinde olduğumuza dair muhasebemizi söylemlerin analizi üzerinden yapmakta fayda görüyorum. Artık herkesin malumu ki, ABD'nin IŞİD ile savaş stratejisinin getirdiği fırsatlardan istifade eden PKK, 2012'de Çözüm süreci başladığında bulunduğu yerde değil.
Milliyetçi romantizmin kazanımı olarak görülen "Rojava devrimini" koruma güdüsü PKK'yı 6-8 Ekim Kobani gösterilerindeki şehir şiddetine getirdi. Geldiğimiz noktada PKK sadece, linçler ve infazlar üzerinden yeni bir şiddet dalgası üretmekle kalmıyor, aynı zamanda kendine mahsus bir çatışma dili de kuruyor. Kürt milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden Aysel Tuğluk'un seslendirdiği söylem, AK Parti hükümetine yöneltilen eleştirileri harmanlayan yeni bir çerçeve geliştirmeye çalışıyor. Hükümetin çözüm sürecinde "partner olmaktan çıktığını," IŞİD gibi "radikal dinci grupları" desteklediğini ve hatta "IŞİD ideolojisini ve yaşam anlayışını" toplumun dokularına zerk ettiğini ileri sürmekte. "Süreç konusunda devletin geleceğini düşünenleri ve seküler güçleri" ortak "ideolojik mücadeleye" çağıran bu söylem Abdullah Öcalan'ın 2013 Nevruz'unda dile getirdiği barışçı medeniyet söyleminden çok uzakta. Hatırlayalım, Abdullah Öcalan'ın Diyarbakır meydanında okunan mektubunda sadece PKK'nın silahları susturmasına ilişkin bir çağrı yoktu. Aynı zamanda "kardeş toplulukların oluşturduğu büyük medeniyet" ve "bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşam" (kardeşlik ve dayanışma hukuku) vurguları vardı. Öcalan, "yeni bir Türkiye'nin" ve "yeni bir Ortadoğu'nun" kurulmakta olduğu iddialarını sahiplenmişti. Mektupta, özetle, üç tema öne çıkmıştı:
a- Kemalist modernist paradigmanın asimilasyoncu politikalarının iflas ettiği... b- Batılı sömürgeci devletlerin Ortadoğu'da kurduğu düzenin yıkılmakta olduğu... c- Yeni Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun medeniyet söylemine dayalı ve demokratik bir yeni modeli üretmesi gerektiği. Türkler ve Kürtlerin Çanakkale'deki birlikteliğine ve TBMM'nin kurucu ruhuna atıf yapan Öcalan'ın dili, yeni bir sözleşmeye davet ediyordu. Bu davete Batı eleştirisi de eşlik ediyordu. Daha da önemlisi, Kürt siyasi hareketinin yeni barış dili Türkiye'nin önemli bir kısmının üzerinde anlaşabileceği bir medeniyet söyleminin imkânlarına başvuruyordu.
Bu yeni dil bölünme korkusunu aşma isteğinin yanı sıra bölgesel bir düzen kurma iddiasının özgüvenini yansıtıyor, bir anlamda, AK Parti'nin söylemini de yeniden üretiyordu. Bugün geldiğimiz noktada ise Kürt milliyetçiliğinin AK Parti'yi "gerici" ve "en büyük tehlike" olarak nitelemesi bir geri dönüşe işaret ediyor. Bu yüzden, laikçi ve sol söylemlerin Kürt milliyetçiliğindeki baskın karakterinin yeniden canlandığı bir döneme giriyoruz. Ve Öcalan'ın medeniyet söyleminin, sosyalizmin ve seküler milliyetçiliğin dünyasındaki Kürt elitlerini ikna edemediğini fark ediyoruz.
HDP çizgisi, güven tesisini ve bir arada yaşamayı mümkün kılabilecek medeniyet söylemini terk ederek ideolojik çatışma dilini seçiyor. Bölgenin kaotik ortamında IŞİD'i ötekileştirmek ve İslamcılarla özdeşleştirmek içte ve dışta kullanışlı bir malzeme üretiyor. AK Parti'ye karşı Batı'nın ve ulusalcı laiklerin yeni müttefiki olarak laik Kürtler algısı tam da bu süreçte karşımıza çıkarılıyor. Böylelikle, Gezi eylemleri ile Kobani gösterilerine destek verenler buluşturulmak isteniyor... Amaç, yeni bir iktidar bloklaşması yaratmak.
Böylesi bir siyasetin başarı şansı düşük. Zira Kürt milliyetçilerinin pan-Kürdist emellerinin ulusalcı laiklerle buluşması mümkün değil. Eski bir sol söylem üzerinden toplumun çoğunluğunu ikna edecek bir dil üretmek de nafile bir çaba. Hem de "emperyalist" ABD'sinin yardımıyla... Net olan şey şu: bu çabanın anlamı bir arada yaşama ve özgüvenin dilini terk ederek çatışmanın dilini seçmektir. Bir başka deyişle ulus-devlet reflekslerini, yani Kemalizm'i geri çağırmaktır.
[Sabah, 4 Kasım 2014]