SETA > Siyaset |

Kürtler, Türkleri Ayrı Bir Devlet Kurmak İstemediklerine İkna Edemiyor

SETA ve Pollmark'ın beraber gerçekleştirdikleri "Türkiye'nin Kürt Sorunu Algısı" araştırmasında ortaya çıkan en önemli verilerden biri, ekonomik sorunlar parantezinde değerlendirilebilecek işsizlik ve geçim sıkıntısı bir yana bırakıldığında, toplumun Kürt meselesini, Türkiye'nin en önemli siyasal sorunu olarak algıladığıdır. Araştırmaya göre, toplum, son 25 yılda sorunun karmaşık boyutlarını görmeyip teröre indirgeyen ve bu nedenle de, çözüm için güvenlik tedbirleriyle yetinen politikaların da başarısız olduğunu (%71,1) düşünmektedir. Aynı şekilde, toplumun büyük bir kesimi, TSK'nın PKK'yı etkisiz hale getirmesinin (%55,6) veya PKK'nın silah bırakmasının (%51,1) tek başına sorunu çözmeyeceği inancındadır. Bu kesim için, Kürt sorununun çözümü, Kürt sorununun PKK dışında kalan dinamikleriyle yüzleşmekten geçmektedir. Bu da siyaset kurumuna sorumluluk düştüğü anlamına gelir. Bu çerçevede, araştırmanın bütününe bakıldığında, Kürt meselesinin terör unsurundan bağımsız olarak toplum tarafından Türkiye'nin en önemli siyasal sorunu olarak algılandığı ortaya çıkıyor. Bu durum, Türkiye'nin bir Kürt meselesi olduğunu inkâr etme siyasetinin sürdürülemeyeceğini ve toplumun siyasal iletişim dili doğru kurgulanmış bir çözüm iradesine destek vermeye hazır olduğunu gösteriyor.

SETA ve Pollmark'ın beraber gerçekleştirdikleri "Türkiye'nin Kürt Sorunu Algısı" araştırmasında ortaya çıkan en önemli verilerden biri, ekonomik sorunlar parantezinde değerlendirilebilecek işsizlik ve geçim sıkıntısı bir yana bırakıldığında, toplumun Kürt meselesini, Türkiye'nin en önemli siyasal sorunu olarak algıladığıdır.

Araştırmaya göre, toplum, son 25 yılda sorunun karmaşık boyutlarını görmeyip teröre indirgeyen ve bu nedenle de, çözüm için güvenlik tedbirleriyle yetinen politikaların da başarısız olduğunu (%71,1) düşünmektedir. Aynı şekilde, toplumun büyük bir kesimi, TSK'nın PKK'yı etkisiz hale getirmesinin (%55,6) veya PKK'nın silah bırakmasının (%51,1) tek başına sorunu çözmeyeceği inancındadır. Bu kesim için, Kürt sorununun çözümü, Kürt sorununun PKK dışında kalan dinamikleriyle yüzleşmekten geçmektedir. Bu da siyaset kurumuna sorumluluk düştüğü anlamına gelir. Bu çerçevede, araştırmanın bütününe bakıldığında, Kürt meselesinin terör unsurundan bağımsız olarak toplum tarafından Türkiye'nin en önemli siyasal sorunu olarak algılandığı ortaya çıkıyor. Bu durum, Türkiye'nin bir Kürt meselesi olduğunu inkâr etme siyasetinin sürdürülemeyeceğini ve toplumun siyasal iletişim dili doğru kurgulanmış bir çözüm iradesine destek vermeye hazır olduğunu gösteriyor.

  Çözümün adresi siyaset
PKK'nın ortadan kalkmasının sorunu çözmeyeceğini düşünen toplum, Kürt meselesinin muhtemel çözüm yolları için adres de göstermektedir. Araştırmadan çıkan en önemli sonuçlardan biri, toplumun çoğunluğunun siyaset kurumunun inisiyatif almasını beklediğidir. Bu çerçevede, toplum, TBMM'de temsil edilen partilerin çözüm yönünde işbirliği yapmasının (%59,9) veya hükümet ve TSK'nın elbirliğiyle devletin bütün kurumlarının çözüm yönünde inisiyatif geliştirmesinin (%64,5) gerekli olduğunu düşünmektedir. Sorunu siyaset kurumu ve siyasal aktörler çözecekse, toplum son günlerde hükümet tarafından sürdürülen demokratik açılım politikası hakkında ne düşünüyor? Araştırmaya göre, toplum, açılım sürecini desteklemektedir (% 48,1). Verilen destek etnik köken itibarıyla Kürtlerde daha yüksek iken (%75,7), Türk kökenlilerin de azımsanmayacak bir oranda süreci olumladığı (%42,7), kararsız kalanların da (%16,5) önemli bir yekûn tuttuğu görülmektedir. Açılıma yönelik iktidar partisinin politikalarını, %36,4'lük bir oranla olumsuz bulan toplum, muhalefetin tavrına çok daha olumsuz bakmaktadır. Kamuoyunun %64'ü CHP'nin, %62'si de MHP'nin Kürt açılımına yaklaşımını olumsuz bulmaktadır. Her iki partinin de tavrını olumlu bulanların oranı, yalnızca % 16'dır. DTP'nin bu süreçteki politikasını olumlu bulanların oranı, %35 ile MHP ve CHP'nin üzerindedir (olumsuz görenler %41'dir). Hükümetin açılımına seçmenler bazında bakıldığında, AK Parti seçmeninin %60'ı, MHP seçmeninin %40'ı ve CHP seçmeninin %33'ü partilerinin tutumlarını olumlu bulmaktadır. Dolayısıyla hem toplumun genelinde hem de kendi seçmenleri nezdinde, AK Parti'nin CHP ve MHP'ye nazaran daha başarılı bulunduğu görülmektedir. Ayrıca, MHP'nin açıkça, CHP'nin de dolaylı olarak, açılım sürecine ve süreci yürüten AK Parti'ye yönelttiği bölücülük eleştirisinin de toplumda kabul görmediği (%59,7), bunun hem Türk (%55,9) hem de Kürt (%79,1) kökenlilerde reddedildiği görülmektedir.
Taleplere yönelik kaygılar-korkular
Bu noktada, Kürt meselesinin varlığının farkında olan ve çözüm için siyaset kurumunu adres gösteren toplumun muhtemel çözüm başlıklarına yönelik tutum farklılıklarına ve Türkler ile Kürtler arasında siyasal meselelerde ortaya çıkan algı farklılığına dikkat çekmek gerekir. Milli ve manevi değerler ortak paydasında buluşan (%85), Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını önemseyen (%90), akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık bağlarıyla birbirlerine kenetlenen Türklerle Kürtlerin bir sosyal bütünleşme içinde olduğuna şüphe yok. Araştırma sonuçlarında da görüldüğü üzere, her üç Türk'ten birinin Kürt komşusu, arkadaşı, iş ortağı ve evlilik yoluyla oluşan bir akrabası mevcuttur. Bu oran Kürtlerde daha fazladır. Her üç Kürt'ten ikisinin bir Türk akrabası, komşusu, iş ortağı ve arkadaşı mevcuttur. Ancak, Türkler ile Kürtler arasında sosyal yaşamda yaşanan bu bütünleşmeye rağmen, siyasal meselelerde açık bir ayrışma mevcuttur. Sosyal yaşam ile siyasal yaşam arasında var olan bu ters korelasyon, siyasal meselelerin, çözümsüz bırakıldıkça mevcut toplumsal bütünlüğü zedeleyebileceği ihtimalini doğurmaktadır. Bu çerçevede, siyasal aktörlerin, kanaat önderlerinin ve sorumluluk sahibi vatandaşların, bin yıllık beraber yaşama deneyimiyle sağlanan mevcut bütünleşme enstrümanlarına rağmen, Türkler ile Kürtler arasında siyasal meselelerde baş gösteren ayrışmaya eğilmesinde yarar vardır.

Türkler ile Kürtler arasındaki siyasal ayrışma, Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak istedikleri algısında somutlaşmaktadır. "Kürtler ayrı bir devlet kurmak istiyor mu?" sorusuna, araştırmaya katılanların %64,4'ü evet cevabını verirken, % 24,6'sı hayır cevabını vermektedir. Bu algı etnik aidiyete göre iyice belirginleşmektedir. Türklerin %71,3'ü, "Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak istediklerini" düşünürken, bu yargıya katılmayanların oranı, %17,9'la sınırlı kalmaktadır. Buna karşın, Kürtlerin %59'u ayrı bir devlet kurmak istemediklerini söylemektedir. Rakamların da gösterdiği gibi, toplumda Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak istediklerine dair ciddi bir algı oluşmuş durumdadır. Bu algı, en masum hak talebi veya adalet arayışından ve bu talebi karşılamak için atılacak en masum adımdan, bölünme endişesiyle kaygı duyulmasına yol açmaktadır. Bu çerçevede, Kürt açılımının önündeki muhtemel en ciddi engel, Türklerin Kürtlerin hak talepleri ile ilgili kaygılarıdır. Bu kaygı dolayısıyla, mevcut açılımın önünde sonunda yüzleşmek zorunda kalacağı, kültürel hakların tanınması, Kürtçenin kullanımına yönelik yasakların kalkması ve Anayasal vatandaşlık tanımının Kürtlerin itirazlarını giderecek şekilde tashih edilmesi gibi başlıklarda, Kürtlerle Türkler arasındaki makas açılmaktadır. Böylece, Kürtlerin gizli bir gündeme sahip olduğu algısı, toplumun, demokratik açılımın muhtemel hak taleplerini içeren başlıklarına yönelik tutumunu eleştirel yönde şekillendirmektedir. Mezkur üç başlık içinde, toplumun görece daha iyi iyimser olduğu başlık, kültürel haklar meselesidir. Genel dağılımda toplumun %47,9'u, kültürel hak tanınmasının Türkiye'nin birliğini bozmayacağını düşünürken, %42,5'i birliği bozabileceğini düşünmektedir. Etnik dağılıma bakıldığında, Türkler ile Kürtler arasındaki yaklaşım farklılığı ortaya çıkmaktadır. Türklerin %47,3'ü kültürel hak tanınmasının Türkiye'nin birliğini bozacağını düşünürken (birliği bozamayacağını düşünen Türklerin oranı, %42,6), Kürtlerin %74,6'sı bu adımın Türkiye'nin birliğini bozmayacağını düşünmektedir. Kürtçenin kullanımına yönelik yasakların kalkması ve Kürt kimliğinin Anayasal olarak tanınması başlıklarında hem toplumun eleştirel tutumu hem de Türkler ile Kürtler arasındaki tutum farklılığı daha da keskinleşmektedir. Toplumun %45,8'i Kürtçenin kullanımına yönelik yasakların kalkmasına olumsuz bakarken, olumlu bakanların oranı, %44'tür. Etnik dağılıma bakıldığında, Kürtlerin %78,2'si yasakların kalkmasını gerekli bulurken, Türklerin %52'si bunu kabul edilemez bulmaktadır. Anayasal vatandaşlık tartışmasında tablo daha da vahimdir. Toplumun %65'i bu talebi karşılamayı reddederken, %24'ü kabul etmektedir. Etnik dağılıma bakıldığında, Türklerin %74'ü Kürt kimliğinin Anayasal olarak tanınması talebini kabul edilemez bulurken, Kürtlerin %67'si bu talebin karşılanmasını istemektedir. Bu üç talep içerisinde kültürel haklar talebinin görece daha makul karşılanmasında, siyasi aktörlerin pozisyon alışlarının toplumun tutum alışındaki etkisini görmek mümkündür. Son yıllarda, askerî ve sivil aktörlerin kültürel haklara yönelik talepleri meşru gören söylemlerinin toplumun bu meseleye bakışını olumlu yönde değiştirdiği açıktır. Benzer bir şekilde, siyasal irade ile karşılanan taleplerin de toplumdaki endişeyi ortadan kaldırmaya yardımcı olduğu söylenebilir. Bunu toplumun TRT Şeş'in açılmasına yönelik tutumlarında görmek mümkündür. Genel dağılımda, toplumun TRT Şeş'in açılmasına yönelik tutumları, % 51'le olumludur (olumsuz bulanların oranı, %38,6'dır). Etnik dağılıma bakıldığında, Türklerde de bu açılıma olumlu bakanların fazla olduğu görülmektedir (olumlu, %48, olumsuz %41). Gerek TRT Şeş açılımı gerekse kültürel hakların tanınması meselesi, siyasi aktörlerin tutum ve söylemlerinin toplumdaki endişeyi gidermek konusundaki etkisini ortaya koymaktadır. Siyasi aktörlerin, öncelikli görevlerinin tutum ve söylemleriyle, toplumdaki bu endişeyi yok etmeye yönelik bir çaba içinde olmalarının gerekliliği açıktır.

ENDİŞELERİN BOŞA ÇIKMASI: TRT ŞEŞ ÖRNEĞİ
Bu çerçevede, Kürt açılımının ve genel anlamda Kürt sorununun muhtemel çözüm başlıklarının toplumda yeni gerginlikler oluşturmaması, büyük oranda Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak istediklerine dair bu algının değiştirilmesine bağlıdır. Bu algı toplumda bu kadar yüksek bir oranla (genelde %64,4; Türklerde %71,3) var olduğu müddetçe, gerçekleştirilen her açılımın toplumun bir kesiminde huzursuzluğa yol açması ihtimali mevcuttur. Bunun için, toplumsal huzura ve kardeşliğe önem veren bütün kesim ve aktörlerin sorumluluk içinde hareket etmelerine ihtiyaç var. Bu çerçevede, TRT Şeş ve kültürel haklar meselesinde olduğu gibi, siyasi aktörlerin söylem ve eylemleriyle bu endişeyi boşa çıkararak bir siyasi irade örneği göstermeleri gerekmektedir. Aynı şekilde, Kürt meselesini dillendirmekle varlıklarını anlamlandıran çevrelerin, toplumdaki bu algıyı değiştirmek yönünde azami gayret göstererek birlik ve beraberliği vurgulayan söylemlere ağırlık vermeleri elzemdir. Keza, birliğin bekası kaygısıyla Kürtlere dair her türlü hak talebini vatana ihanetle yargılayan çevrelerin de, bu tutumlarının toplumun adalet arayışının önünü kestiğini ve birliğe zarar verecek asıl unsurun adaletin tecelli edeceğine dair umutların yitirilmesi olduğunu fark etmeleri gerekir. Son olarak da algının gerçekliğin önüne geçtiği bu durumu tashih etmek üzere medyaya büyük sorumluluk düşmektedir.

Zaman - 4 Eylül 2009.