Türkiye’nin yönetim biçiminde değişikliği öngören Cumhurbaşkanlığı Sistemi Referandumundan “evet” çıkması, Türk siyasal yaşamı açısından toplumun doğrudan aktör olarak sahnede yer aldığı bir tabloyu karşımıza çıkarttı. Yeni sistemle birlikte toplum, askeri bir zorba rejiminin baskısı altında olmadan ilk defa sistemin nasıl olması gerektiği konusunda anayasa yapım sürecine aktör olarak müdahil oldu. Süreç boyunca hem seçtiği vekiller aracılığıyla hem de kendisi inisiyatif alarak belirleyici oldu. Dile kolay 200 yıldır ilk defa böyle bir şey oldu.
Ocak ayından bu yana devam eden yarışı “evet” cephesi yüzde 51,4 oy ile kazandı, hayır cephesi ise yüzde 48,6 oy ile kaybetti. Referandum için sandığa gidenlerin yüzde 85,5 gibi oldukça yüksek bir oranda olması Türkiye’de siyasal kültürün yerleşmiş olması ve demokratik olgunluğun benimsenmesinin yeni bir göstergesi oldu. Kıyasıya geçen bu rekabeti evet cephesinin kazanması ise sürpriz olmadı. Çünkü halk oylaması öncesinde toplumsal atmosferden yansıyan genel eğilim de bu yöndeydi.
Kuşkusuz sonucun evet cephesi lehine çıkmasında 18 maddelik anayasa taslağını TBMM’de kabul ettiren AK Parti ve MHP’nin sahadaki çalışmalarının etkisi önemlidir. Fakat uzun süre at başı giden evet ve hayır kampanyasının son düzlükte evet lehine direksiyon kırmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın performansı ve siyasi tecrübesi belirleyici bir rol oynadı. Başta İstanbul, Ankara, İzmir, Şanlıurfa ve Trabzon olmak üzere 40 ilde yaptığı mitinglerin yanı sıra onlarca programa katılarak kitle iletişim araçları vasıtasıyla mesajlarını topluma ulaştırması, milletin her kesiminden gelen sorulara cevap vermesi kamuoyunun ihtiyaç duyduğu bilgi eksikliğini giderme konusunda etkili oldu. En önemlisi de bu tür programlardaki konuşmalarıyla Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin ne olduğunu anlatarak sistem değişikliği bağlamında yalanlar üzerine kurgulanan negatif propagandanın etkisini kırarak söylem üstünlüğünü dönüştürdü.
Bununla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sahaya çıkarak ağırlığını koymasından sonra tablonun değişmesinde doğrudan Erdoğan’ın kendi kişisel siyasi mirası olarak biriktirdiği tecrübe ve değerler var. Bu değerler hem profesyonel anlamda siyasal iletişim kampanyalarının değişmez maddeleri arasındadır hem de Anadolu irfanının imbiklerinden süzülerek günümüze kadar ulaşan kurucu dinamiklerdendir. Erdoğan’ın en temel özelliği bir siyasetçide olması gereken bu iki ana hattı bir araya getirerek toplumla iletişim kurabilmesindedir. Toplumun durduğu yerden Erdoğan’a bakıldığında insanlar kendi hayallerini gerçekleştirebilecek ve kendilerinin sesi olabilecek bir liderle karşı karşıya oldukları konusunda tereddüt etmiyor. Erdoğan’ın yapıp ettiklerini bu çerçeve içinde değerlendiriyorlar.
Açık siyaset ve samimi duruş
Cumhurbaşkanı Erdoğan Refah Partisi’nin Beyoğlu Belediyesi başkan adayı olarak 1989’da başladığı seçim yarışından bu yana kendi kişisel tarzını iki bağlamda şekillendirdiği görülmektedir. Bunlardan birincisi siyasal iletişim kampanyasının profesyonel gerekleri olan ilkeleri uygulamasıdır. Birçok ilkeden bahsedilebilir fakat bu ilkeler arasında en önemlisi yüz yüze iletişim ve iletişimde süreklilik prensibinin uygulanmasıdır. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde tanklara göğsünü siper ederken şehit olan Rahmetli Erol Olçok aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20 yıllık siyasal iletişim danışmanıydı. Olçok’un sahibi olduğu Arter Ajans Erdoğan’ın tüm seçim kampanyalarını hazırlamış ve yönetmişti. Erdoğan’ın seçim süreçlerindeki başarısını değerlendirdiği bir konuşmasında Olçok, “siyasal iletişimde süreklilik” özelliğine vurgu yaparak onun başarısının arkasında bu olgunun bulunduğunu belirtmişti. Olçok, Tayyip Erdoğan’ı diğer liderlerden ayıran en önemli özelliği belirtirken “Ben yıllardır Tayyip Erdoğan ile çalışıyorum, yasaklıyken bile siyasal iletişim yapılıyordu.
Tayyip Erdoğan cezaevindeyken bile gazete ilanlarıyla bayram kutlamaları, davetiyeler yapıyorduk, hangi şartta olursa olsun toplumla iletişimini devam ettirme gayretindeydi” ifadelerini kullanmıştı. Erdoğan’ın Belediye Başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak aktif siyasetin en tepe noktalarında bulunmasına rağmen gündelik yaşamın içine karışarak ayrım yapmadan insanlarla yüz yüze iletişim kurması, ellerini sıkması, gözlerinin içine bakarak hem hâl hatır sorması hem de dertlerini dinlemesi, onun bu konuya verdiği önemi göstermektedir. Erdoğan’ın sık sık taksi duraklarını ziyaret etmesi, kahvehanelerde vatandaşlarla simit yemesi, sürpriz ev ziyaretleri yapması, çay davetlerini geri çevirmeyerek ortak duygu paylaşımına önem vermesi, Erdoğan ile toplum arasında ortaya çıkan güven ilişkisinin en belirgin göstergeleridir. Bu güven duygusu kısa bir süre içinde değil olağanüstü çaba sonucunda yıllar içinde inşa edilmiştir. Kampanya sürecinde Erdoğan’ın sahaya çıkmasından sonra ibrenin “evet” lehine dönmesinin ve sandıktan yüzde 51,4 oy çıkmasının arkasında bu olgu yatmaktadır.
Toplumun değerlerine saygı
Sandıktan başarıyla çıkmanın bir diğer ön koşulu ise içinde yaşadığınız toplumun milli ve manevi değerleriyle barışık olmaktır. Rahmetli Erol Olçok, Erdoğan özelinde yaptığı değerlendirmede hem siyasal iletişim kampanyalarının sınırlarını sorgulamış hem de toplumsal değer meselesinin siyasette büyük ölçüde belirleyici olduğunun altını çizmişti. Olçok’a göre sadece reklam desteğiyle üretilen imajlarla, verilen derslerle bir lider oluşturulamaz, böyle bir şey mümkün değildir. Toplumun gönlüne girebilmek için öncelikle milletin İslami kodlarını, tarihi kodlarını ve kültürel kodlarını özümsemiş olmak gerekiyor. Her hangi bir siyasal iletişim kampanyası bu hakikati görmeden tasarlanırsa pek fazla şansı yok demektir. Milletimiz ariftir. Sahicilikle yapaylığı birbirinden kolayca ayırır ve gereğini sandıkta yapar. Toplumun kültürel birikimine yabancılaşan siyasi figürlerin sadece siyasal iletişim kampanyaları aracılığıyla sandıktan istediği sonucu alabilmesi zor bir zanaattır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi yaşamı irdelendiğinde en temel özelliklerinden biri olarak Olçok’un altını çizdiği “toplumuyla barışık olma” niteliğinin ön plana çıktığı görülüyor. Erdoğan başlangıcından bu yana toplumun kahir ekseriyeti ile yan yana olmuş, ezilenlerin sesini Ankara’ya ve küresel arenalara taşıyarak daima doğru bildiği gerçekleri söylemeye devam etmiş ve bu yüzden de toplum nezdinde oy verme davranışını belirleyecek ölçüde güçlü bir krediye sahip olmuştur. AK Parti’nin 3 Kasım 2002’den bu yana kazandığı seçimlere bakıldığında siyasal iletişimci Jack Seguela’nın altını çizdiği “seçimi lider kazanır” mottosu bir gerçeklik olarak yerli yerine oturmaktadır. Türk siyasal yaşamı irdelendiğinde sandıktan tek başına iktidarın çıktığı seçimlerde de partilerden ziyade figürlerin yani siyasi karizması ön planda olan aktörlerin belirleyici olması da bu tezi doğrulamaktadır. 16 Nisan’da yapılan referandumdan evet kararının çıkmasında Erdoğan’ın toplum nezdindeki “değer merkezli siyasi kredisi” ve bu kredi etrafında inşa ettiği siyasi karizmanın yeri önemlidir. FETÖ üyesi askerlerin 15 Temmuz darbe girişimine karşı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın telefonla yaptığı çağrıya milyonlarca insanın cevap vererek meydanları doldurması ve nihayetinde 16 Temmuz’u bir halk devrimine dönüştürmesini açıklayacak en gerçekçi yaklaşım da aynı temele dayandırılabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile millet arasında aynı ortak tarih paylaşımından ve aynı gelecek hedefinden doğan duygu ve değer birliği bağı güçlü bir şekilde varlığını korumaktadır. 16 Nisan öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gösterdiği kararlılık, inanmışlık ve toplumun değişim beklentilerine cevap verme çabası, toplum tarafından bir kez daha samimi bulunmuş ve toplum Erdoğan’la yeniden inanç birlikteliği yaparak sandığa emin adımlarla gitmiş ve bir kez daha Erdoğan’ı seçmiştir. Sandıktan çıkan tablo halkın Erdoğan’la birlikte gerçekleştirmiş olduğu yeni bir “zafer” olarak tarihe geçecek ve milli iradenin 14 Mayıs 1950 seçimleriyle birlikte başlattığı jakobenizme karşı “beyaz devrimlerinden” biri daha Anadolu ihtilali olarak Anadolu’nun çocuklarına ilham vermeye devam edecektir.
[Star Açık Görüş, 23 Nisan 2017].