ABD Başkanı Donald Trump’ın skandal Kudüs kararı üzerine dün İstanbul’da gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Liderler Zirvesi tarihi bir öneme sahipti. Teşkilatın kurulmasına zemin hazırlayan sebepler ve kendine biçtiği misyon dünkü zirvede açık seçik bir şekilde ortaya çıktı.
Hatırlanacak olursa İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 1969’da İsrail işgali altındaki Mescid-i Aksa’nın kundaklanmasının ardından kurulmuştu. 1970'te ise ihdas edilen Genel Sekreterliğin, Kudüs kurtarılana kadar devam ettirilmesine yönelik bir karar alındı. Kısacası teşkilatın kurulması ve devam ettirilmesi kararı Kudüs’ün durumu ile doğrudan ilgilidir. Bu durum teşkilatın misyonunu ve dün gerçekleşen olağanüstü zirvenin bu anlamdaki önemini gözler önüne sermektedir.
Trump’ın Kudüs kararı stratejik körlüktür
ABD Başkanı Trump’ın 6 Aralık’ta Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasını öngören kararı imzalaması, dünya kamuoyunu şaşkına çevirdi ve küresel bir infiale yol açtı. Kararın zamanlamasına yaptığı vurgu, Evanjelik etkinin gündeme gelmesine neden oldu. Bazı yorumlarda ise Trump’ın iktidarda kalmasının Yahudi lobisinin desteği ile mümkün olduğu ve bu karara imza atmaktan başka çaresi kalmadığına işaret edildi. Trump bu kararı, ideolojik saikler ya da iktidarda kalmak için almış olabilir. ABD çıkarlarından ziyade, kendi çıkarlarını öncelemiş de olabilir. Bunlar artık hiç önemli değil. Çünkü maalesef bu karar, İsrail'in İslam topraklarındaki varlığını tahkim etmesine zemin hazırlayacaktır.
Hangi sebeple alınmış olursa olsun bu karar, aynı zamanda Trump yönetiminin stratejik körlüğünün bir göstergesi. Karar, hem mahiyeti hem de etkileri bakımından gerek Ortadoğu Barış Süreci olarak adlandırılan İsrail-Filistin müzakereleri gerekse ABD’nin Ortadoğu siyaseti açısından olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Son dönemlerde İsrail ile Filistin arasında yeni barış müzakerelerinin başlatılmasına yönelik çabaların arttığı bilinmekteydi. İsrail’in tanınmasına karşı çıkan ve Gazze’yi kontrol altında tutan Hamas’ın da bu görüşmelerin sağlıklı bir çerçevede ilerlemesi için siyaset değişikliğine giderek bir takım tavizler verdiği bilinmekteydi. 1967 öncesi sınırlar içinde bir Filistin Devletine yeşil ışık yakan Hamas, bir anlamda İsrail’i de bu sınırlar çerçevesinde kabullenebileceğini ima etmekteydi.
Öte yandan Hamas'ın, Filistin açısından sürdürülebilir bir yönetim kurulması adına Gazze’nin yönetimini El-Fetih’e devretmeyi kabul ettiği de gelen haberler arasındaydı. Bu gelişmeler aynı zamanda barış görüşmelerinin sağlıklı bir çerçevede ilerlemesi açısından da önem taşımaktaydı. Ancak Trump’ın kararı, barış masasını deviren bir adım oldu. Barış müzakerelerinin temelinde 1967 sınırları öncesine çekilme ve Kudüs’ün statüsünün en sona bırakılması gibi parametreler düşünüldüğünde, bu karar sonrası görüşmelerin eskisi gibi devam etmeyeceği artık çok açık.
Trump'ın Ortadoğu siyaseti
Bu kararın, Trump döneminde ABD’nin benimsemesi beklenen Ortadoğu politikası üzerinde de aksi yönde etkileri olacağı öngörülebilir. Seçim kampanyası döneminden itibaren İran’a karşı ciddi adımlar atacağını ifade eden Trump’ın bu kararının İran’a daha fazla alan açacağını görememesi, ilginç bir durum. Kasım Süleymani’nin İzzeddin el-Kassam Tugayları ile İslami Cihad hareketinin komutanlarıyla telefonda görüşerek açık destek sözü verdiğine ilişkin haberler, bu durumun açık bir göstergesidir.
Suudi Arabistan ve BAE’nin, ABD ve İsrail’in hizasında saf tutmaları hem güç dengeleri açısından önemsiz kalacak hem de İran’ın Suriye krizindeki tavrı nedeniyle son altı yıldır kaybettiği meşruiyetini yeniden toparlamasına imkan tanıyacaktır. Dahası, bu karar, Suriye krizi ile birlikte Ortadoğu’da nüfuzunu artıran Rusya’ya da daha fazla alan açacak ve birçok Müslüman ülkenin Rusya ile yakınlaşmasına zemin hazırlayacaktır.
İstanbul zirvesi, skandal karara en güçlü itiraz
Kudüs’ün Müslümanlar için taşıdığı önemi ifade etmek için uluslararası siyasetin dili yetersiz kalmaktadır. Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi olması vasfıyla kutsal bir şehir; aynı zamanda bütün dağınıklığına rağmen İslam dünyasını bir araya getirebilecek potansiyele sahip olması yönüyle de politik açıdan birleştirici bir role sahiptir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ulus-devlet formunun dayattığı politik bilinç ve ilişkiler düzeyinde yaşanan gerilimler, Ortadoğu ve Müslüman ülkelerin bir ittifak ya da iş birliği yapmasının önüne geçti. Bütün bir İslam dünyasını bir araya getiren belki de tek şey ise Kudüs davasıdır. Trump’ın skandal kararı karşısında ortaya çıkan tablo bu durumu açıkça göstermektedir. Kararın hemen ardından sokaklarda başlayan gösteriler Kudüs etrafında oluşan ortak hissiyatın somut bir göstergesi olmuştur.
Türkiye’nin büyük çabaları sonucunda, kısa bir süre içinde toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Liderler Zirvesi hem Trump’ın Kudüs kararına karşı gösterilen en üst düzeyde bir itiraz hem de İslam dünyasının birleşmesine beslenen ümitlerin pratiğe dönüşmesiydi.
Bu açıdan bakıldığında sonuç bildirgesinin oldukça çarpıcı maddeler içerdiği görülmektedir. Şüphesiz ki en önemli hamle başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti'nin tanınması olmuştur. Bütün ülkelerin bu karara uymasına yönelik yapılan çağrı, kararın dünya çapında meşrulaştırılması ve ABD ile İsrail’in yalnızlaştırılması amacı taşımaktadır. Bu karar prosedürel bir ifade olmanın ötesinde, Trump kararına verilmiş bir karşılıktır. Kudüs’ün işgal altında olmasına yapılan vurgu ise mevcut şartların hiçbir şekilde tanınmayacağının ilan edilmesi anlamına gelmekteydi.
Türkiye'nin tarihe geçecek Kudüs müdafaası
Trump’ın imza attığı kararın uluslararası barış ve güvenliğe bir tehdit olduğu ve terörizmi kışkırttığına yönelik ifadeler de sonuç bildirgesinin önemli maddeleri arasındaydı. Bu ifadelerle, Trump yönetiminin attığı adımın, bölgede radikal unsurlardan kaynaklanacak yeni bir kaos dalgasını tetikleme potansiyeli taşıdığına dikkat çekilmiş oldu.
Sonuç bildirgesinin ilan ettiği kararlar ve kullanılan ifadeler, bir kınama ve hatta yok saymanın ötesine geçmiştir. Başka bir deyişle Trump’ın kararı sonrasında İslam dünyasında oluşan ortak hissiyatın sonuç bildirgesine yansıdığını söylemek mümkün. Trump’ın skandal kararı imzaladığı andan itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın takındığı tavır, yaptığı diplomatik hamleler, meseleyi dile getiriş tarzı, İslam dünyasını harekete geçirmesi ve uluslararası kamuoyunda yankı uyandıran bir sonuç bildirgesinin ortaya çıkarılmasında oynadığı rol, Türkiye’nin Kudüs müdafaası olarak tarihe geçecektir.
Trump’ın ya da yerine gelecek bir başka Amerikan başkanının bu skandal kararı geri alması oldukça zor. Ancak İstanbul zirvesinde oluşan atmosferin bu kararın etkisini azaltacak somut çıktılar üretmesi mümkündür. Bu anlamda bu karara muhalif bütün devletlere önemli sorumluluklar düşüyor. Ülkeler Trump’ın kararını yok saymakla kalmamalı aynı zamanda ABD’yi takip edebilecek ülkeler nezdinde diplomatik hamleler yapmalıdır. Özellikle Trump’ın kararını doğru bulmadığını ifade eden İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri nezdinde diplomatik girişimlere hız verilmelidir. Bu alanda ortaya çıkacak başarı, İslam dünyasının pozisyonunu meşrulaştıracak ve ABD ile İsrail’in yalnızlaşmasına zemin hazırlayacaktır.
Öte yandan Filistin’in bir devlet olarak hayatiyetini sürdürebilmesi için çaba sarfedilmelidir. Filistin siyaseti içinde yer alan aktörlerin iç çekişmelerinden, İsrail’in büyük bir avantaj elde ettiği unutulmamalıdır. Bu çerçevede son dönemde başlayan müzakerelerin hızlanması ve sürdürülebilir, anlamlı bir yönetim oluşturulması, gelinen aşamada başlıca bir öncelik olarak ortaya çıkmaktadır. Aksi takdirde zirvede alınan kararların etkisi konjonktürel bir düzeyde kalacaktır.
[Ortadoğu'da otoriteryenizm, demokratikleşme, asker-sivil ilişkileri alanlarında çalışan İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Veysel Kurt, aynı zamanda SETA Stratejik Araştırmalar Direktörlüğü'nde görev yapmaktadır]
[AA, 14 Aralık 2017]