Yükseköğretim sisteminde yapısal sorunlar bulunmaktadır. Bunların bir kısmı ortaöğretimden gelmektedir. Bazı sorunların uzun zamandan beri devam etmesi ve son yıllarda değişimin hızının artması sebebiyle sebep-sonuç ilişkileri ve eş zamanlılık birbirine karışmış durumdadır. Aynı zamanda çıkan olguların birbirinin sebebi olduğu zannedilmektedir. Yüksek öğretiminin veri ve kanıta dayalı etkili yönetimi ve üniversitelerin finansmanı ile mali kaynak oluşturma önemli başlıklardan iki tanesidir. Fakat bu yazıda planlama, mezuniyet-istihdam ilişkisi, yeni kurulan üniversitelerin öğretim üyesi sayısı yetersizliği, eğitim ile öğretim üyesinin niteliği konularına odaklanacaktır. Bu sorunlar reform ve yeni bir üniversiteye geçiş sistemini zorlaştırmaktadır.
YÜKSEKÖĞRETİMDEKİ YAPISAL SORUNLAR
A. Planlama
Planlamanın üniversite, fakülte, bölüm, öğretim üyesi ve öğrenci sayısı olmak üzere farklı boyutları bulunmaktadır. Öğrenci sayılarını incelediğimizde ilginç bulgular karşımıza çıkmaktadır. Yükseköğretimde boş kontenjan sayıları oldukça yüksek olup artış trendindedir. Bölümlere göre sayılar dramatikleşebilmektedir. Lisans programlarında boş kalan kontenjanlar ise sürekli artmaktadır. Yığılma, artık sosyal ve siyasi maliyetlere neden olabilecek bir duruma gelmiş gözükmektedir.
Planlama sürecinde ulusal çapta başvuran öğrenci sayısı, kaçıncı kez başvurduğu, yerleşme oranları, boş kalan kontenjanlar, talebin olmadığı bölümler, aktif- pasif (ilk kaydını yaptırdıktan sonra diğer dönemlerde kayıt yenilemeyen) öğrenci sayıları, kayıt sildirme ve devamsızlık oranları son derece önemlidir. Bu verilerin paylaşımı ve 5-10 yıllık trendler halinde belirleyici faktörlerle ilişkili analizi neredeyse hiç yoktur. Halbuki yükseköğretimde öncelikli ve sürekli yapılması gereken husus sınava giren ve yerleşen öğrencilerin durumları ile ilgili verileri ayrıntılı analizi ve farklı açılardan değerlendirilmesidir. YÖK'ün bu verileri üniversitelerin ve ilgili araştırma merkezlerine açık ortamda sunması kalıcı ve sürdürülebilir çözüm önerileri geliştirilebilmesi bakımından önemlidir.
B. Mezuniyet – İstihdam ilişkisi
Yüksek öğretim bir yanıyla öğrencilere entelektüel ve kültürel donanım kazandırır. Felsefe, Sosyoloji ve temel bilim eğitimleri böyledir. Bunun dışında meslek eğitimi de sunar. Eğitim, tıp, mühendislik, teknoloji, işletme, sağlık fakülteleri, iki yıllık meslek yüksek okullarının temel amacı ilgili meslek alanlarına nitelikli insan yetiştirmektir. Türkiye'de gelinen noktada ciddi zaaflar gözükmektedir:
1-) Yüksek öğretimde meslek edinimini hedefleyen (eğitim, tıp, mühendislik, teknoloji, işletme, sağlık fakülteleri gibi) üniversite mezunlarının okudukları bölüm ile istihdam edilebilmeleri arasındaki ilişki zayıftır. Bunun için sahanın taleplerine uygun ve gerçekçi bir projeksiyon çizilememektedir. Mesela atama bekleyen öğretmen sayısı, işsiz iktisat, işletme fakültesi mezunları bunun en tipik örnekleridir.
2-) Mezuniyet ve istihdam ilişkisi bağlamında talebi düşük bölümlerin (arkeoloji, su ürünleri gibi) kapatılması veya ihtiyaç miktarınca sayısının azaltılması da önemli görülmektedir. Böylece sahadan gelen talepler ile daha gerçekçi bir ilişki kurulmuş olur. Kapanan bölümlerin öğretim üyelerinin belli üniversitelerde odaklaşması sağlanarak ve alt yapı laboratuvar imkanları güçlendirilerek güçlü bölümler oluşturulabilir.
3-) Meslek lisesi-MYO- ilgili fakülteler arasındaki geçiş ve program ilişkisi zayıftır. Program düzeyinde beceri ve yetkinlik gelişiminin birbirini takip etmemektedir. Geçişte ise meslek lisesi, MYO ve özellikle ilgili fakülte geçişleri tanımlı değildir. Halbuki MYO ve ilgili fakülte bölümleri arasında (yüzdelik kotalar üzerinden) geçiş modeli oluşturulabilir. Bu şekilde kariyer yolunun inşası meslek liselerine rağbet arttırır ve onları güçlendirir. Bu ise sınava giren sayısının azaltarak üniversite reformlarının daha sağlıklı yapılmasına imkan verir.
4-) Mezuniyet istihdam ilişkisinde üniversitelerin bölümlerinin ve odaklarının il veya bölgedeki ekonomik yapıyla uyumu zayıftır. İl ve bölge ekonomisinin talep ettiği insan kaynağını ve ara elemanı yetiştirecek eğitim modellerinin (uygulamalı mesleki eğitim gibi) ve eğitim programlarının üretilmesi ve sürekli revizyonu önemlidir. Çünkü değişimin hızından dolayı ekonomi ve buna bağlı mesleki eğitim programları değişmek zorunda kalmaktadır.
5-) KOBİ ölçeğindeki kurumlar, yeterli bir ürün geliştirme, kurumsallaşma ve pazarlama yetkinliğine sahip olamamaları sonucunda yeterli istihdam yaratamamaktadır. Bu ise bölgedeki üniversite ile sanayi işbirliğinin yeterince gelişmediğini göstermektedir. Üniversitelerin araştırma yönünü gösteren yüksek lisans ve doktora programlarının bu ekonomilere yönelik olarak hizmetleri zayıftır. Ayrıca güçlü araştırma merkezlerinin de bölge ekonomileriyle uyumlu bir şekilde araştırma yapabilmesi gerekmektedir. İstihdamın yaratılabilmesi bu üretken ve dinamik ilişkiler ağında mümkündür.
C. Yeni Kurulan Üniversitelerin Öğretim Üyesi Sayısının Yetersizliği
Türkiye AK Parti döneminde hatırı sayılır yeni üniversite kurdu. Bunlar yüksek eğitime erişim bakımından önemlidir. Fakat yeni kurulan üniversiteler öğretim üyesi ihtiyacını karşılayamamaktadır. Buna dair de YÖK işleyen mekanizmalar kuramamıştır. Türkiye'de doktorasını bitiren farklı kategorilerde insan kaynağı bulunmaktadır. Mesela 50/D kadrosunda araştırma görevlileri ve köklü üniversitelerde 33/A kadrosunda olmasına rağmen kadroya atanamayıp uzun süre bekleyen Dr. araştırma görevlileri insan kaynağı olarak bulunmaktadır. Bunun için YÖK'ün doktorlarda, savcı ve hakimlerde olduğu gibi doktorasını bitiren kişilere yönelik bir yerleştirme mekanizması geliştirmesi gerekmektedir.
Uluslararası öğretim üyeleri ve kendi imkanlarıyla doktorasını yurt dışında bitiren kişiler diğer kaynaklardır. Uluslararası öğretim üye istihdamında % 2'lik kotanın bulunması büyük bir eksikliktir. Ayrıca bu kanaldan gelen akademisyenlerinin büyük çoğunluğunun ikinci dil öğreten okutmanlar olması büyük bir dezavantajdır. Bu konuda da etkili ve hızlı çözüm üreten mekanizmalara ihtiyaç vardır.
D. Yüksek Öğretimin Kalitesi ve Öğretim Elemanı Niteliği
Boş kontenjanlar ve aynı zamanda yüksek öğretimin kalite sorununa doğrudan işaret etmektedir. Öğrencilerin tekrar tekrar üniversite imtihanına girmeleri bu olguyu desteklemektedir. Aileler ve öğrenciler bir üniversiteyi değil kaliteli kabul ettikleri bir üniversite ve bölümü talep etmektedir. Türkiye'nin en prestijli kabul edilen Fen, Sosyal Bilimler, Anadolu ve Proje İHL lisesi mezunlarının ilk sınava girdiklerinde yerleşmeyip tekrar sınava girmeleri bunu teyit etmektedir.
Üniversite eğitiminin kalitesini ise yönetim kültürü; kütüphane, öğrenme ortamları, öğrenci kulüpleri, laboratuvar, yurt gibi üniversitenin sunduğu imkanlar; bölümlerin eğitim programları ve öğretim üyelerinin nitelikleri belirlemektedir. Türk yüksek öğretiminde eğitim programları saha talepleri doğrultusunda beceri odaklı olarak güncellenememesi ve uygulamalı eğitim modellerinin ihmal edilmiş (iş başı eğitim, proje odaklı eğitim vb.) olması en önemli sorunlardır. Eğitim programları daha çok bilgiye dayalı olup beceri aktarım düzeyi düşüktür. Halbuki öğrencilerin mesleki becerilerini geliştirecek, bireysel gelişimlerini, kariyer planlarını doğrudan etkileyen, uluslararasılaşmalarını destekleyecek 21. yüzyıl becerileri, girişimcilik, yenilikçilik, teknoloji, yabancı dil, iletişim becerileri odaklı güncellemeler yapılmalıdır.
Yükseköğretimin eğitim öğretimden sorumlu insan kaynağı olan öğretim elemanlarının beceri aktarım odaklı öğretime ve sahaya yönelik eğitim verebilme konusunda ciddi zaaflar bulunmaktadır. Bu konuda süreç tasarımı bakımından zaaflar bulunmaktadır. Mesela eğitim fakültesinde öğretim üyelerinin seçim ve yükselmelerinde "öğretmenlik mesleki uygulama kapasitelerine" yer verilmemektedir. Sadece teorik bir süreç şeklinde tanımlanmıştır. Öğretim üyelerine öğretmeye başlamadan önce ve sonrasında pedagojik eğitim veya destek verilmemektedir. Halbuki mühendislik, mimarlık, teknoloji, tıp gibi alanlar "öğretmenlik mesleğine" dair hiçbir eğitim almamıştır.
[Fikriyat, 17 Şubat 2019].