SETA’nın Washington DC ofisinin yıllık konferansında bu sene farklı yönleriyle Türkiye-ABD ilişkileri ele alındı. İlişkilerin özellikle stratejik ve dış politikaya bakan yönlerinin masaya yatırıldığı konferansta DC’deki Türkiye ve Ortadoğu tartışmalarının seyrine dair de birçok izlenim edinme fırsatı doğdu.
ABD özellikle dış politika anlamında dondurulmuş günler yaşıyor. Bunun en büyük sebebi de görev süresi yakında bitecek olan Obama. Obama göreve geldiğinde dış politika odağını Asya’ya kaydıracağı vaadinde bulunmuş; belki de hiçbir zaman yerine getiremediği bu vaat yüzünden pasif-agresif politikalar izleyerek başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın jeopolitik açıdan kritik noktalarının tüm dengelerini alt üst etmişti. Obama’nın kişiselleştirdiği dış politikası tabiri caizse ABD’nin eksenini kaydırdı. Başkanlık dönemi, Rusya’nın Ukrayna ve Suriye üzerinden küresel ve bölgesel rekabete tekrar döndüğü, İran’ın ve paramiliter vekillerinin palazlandığı, geleneksel müttefiklerden Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail gibi ülkelerle sorunların yaşandığı bir dönem olarak hatırlanacak.
İlginçtir ki Cumhuriyetçilerden Demokratlara kadar büyük çoğunluk Obama’nın Ortadoğu politikalarını eleştiriyor. İran’la nükleer mutabakatı ve Küba’yla normalleşmeyi bir kenara koyarsak, Obama dış politikada elini attığı hemen hemen her dalı kuruttu. Bu durum DC’de "ABD dünyanın tüm sorunlarını çözemez" şeklinde savunmacı bir ruh haline sebep olmuş. Bu Obama’nın geçen ay Atlantic Dergisi’nde Jeffrey Goldberg’e verdiği röportajda müttefiklerini "beleşçilikle" suçlamasına paralel bir durumun yansıması. Oysa Türkiye gibi birçok müttefiki, kısmen Obama’nın başlarına açtığı belalarla kendi imkânlarıyla mücadele etmeye çalışıyor. Obama "müttefiklerin" inisiyatif almasını isterken, inisiyatif alanları ise suçlamadan geri kalmıyor. Obama’nın Suriye meselesine yaklaşımı ve Türkiye’ye resmi ve gayri resmi yollardan kurmaya çalıştığı baskı bunun en bariz örneği. Obama çoğu zaman söylemle eylem arasında kopukluklar yaşayan ve kendine biçtiği kozmik değerle ABD’nin dış politikasını kişiselleştiren bir başkan oldu. Toplantıda SETA DC’den Kılıç Buğra Kanat’ın ABD’yi (daha özelde Obama dönemi dış politikasını) Superman 4’te kimlik karmaşası yaşayan Superman’e benzetmesi oldukça yerindeydi. Gerçekten de ABD dış politikası Obama döneminde kontrolsüz savrulmalarıyla ve tutarsızlıklarıyla ön plana çıktı.
PKK ve PYD arasındaki iç içe girmişlik artık Washington DC’de bile saklanamayacak bir vaziyet almış. İlk dönemlerde yaygın olan aynı örgütün iki farklı kısaltmasının iki farklı örgüte işaret ettiği yönündeki tezvirat büyük oranda tedavülden kalkmış durumda. Toplantıda NDU’dan Kürt Siyaseti Uzmanı Denise Natali, PKK ve YPG’nin ayrılması mümkün olmayan tabiatını tarihsel anekdotlarla çok iyi açıkladı. Suriyeli Kürtler dediğimiz nüfusun önemli bir kısmının Türkiye’den gittiği, tarihsel olarak PKK ve Suriye uzantılarında Türkiye Kürtlerinin ağırlıkta olduğu hatta bu durumdan Suriyeli Kürtlerin zaman zaman şikâyet ettiği tespitleri kayda değerdi.
Yine SETA Genel Koordinatörü Burhanettin Duran, "Ülkenizi terörize eden gruplar bir yerdeyse, siz de orada olmak zorundasınızdır" ifadesiyle, Türkiye’nin sınırın diğer tarafında yaşananlara kayıtsız kalmamasının ve terör tehdidinin geldiği her noktaya karşı stratejik hesaplara girmesinin doğal olduğunun altını çizdi.
ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük lüksü Ortadoğu’ya fiziken çok uzak olması. Bizim ise en büyük gerçekliğimiz Ortadoğu’nun sınırlarında yer almamız. Bizim gerçekliklerimize ABD, Obama döneminde olduğu gibi kendi lüksü bağlamında yaklaştığı müddetçe iki ülkenin bölgesel politikalarında uyumsuzluk kaçınılmaz olacak.
[Akşam, 13 Mayıs 2016].