SETA > Yorum |
ABD Tek Taraflılığı ve Türk-Amerikan İlişkileri

ABD Tek Taraflılığı ve Türk-Amerikan İlişkileri

Türkiye – ABD ilişkileri, YPG ile ilgili gelişmeler sonucu 13 sene sonra en krizli noktasında. Gelinen noktada, ABD’nin durumu, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ABD müttefiklerini ciddi bir biçimde düşündürüyor. Çok dramatik bir değişim yaşanmazsa, 2016 da tıpkı 2003 gibi ikili ilişkiler için kayıp bir yıl olabilir.

Amerika’nın Ortadoğu politikasına tam olarak müdahil olduğu Irak Savaşı’ndan bu yana Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en büyük türbülanslı dönemlerinden birine girmiş oldu. Soğuk Savaş yıllarında Küba krizi ve Kıbrıs müdahalesi sırasında gerilen ikili ilişkiler ve bu iki olayın yarattığı güven bunalımı Soğuk Savaş sonrasında bir nebze, özellikle de devlet ve hükümet başkanları arasındaki şahsi münasebetler yoluyla kuşatılmış ve kontrol altına alınmıştı.

Ancak son 13 senede ilişkiler farklı bir kriz döneminde kendini buldu. Bunun en önemli sebepleri arasında bu 13 yılın iki ülkenin en önemli stratejik işbirliği alanı olarak görülen Ortadoğu’da yaşanan çalkantılar, ABD yönetiminin politikalarında yaşanan derin ve öngörülemez gelgitler ve iki ülkenin tehdit algılamalarındaki uyumsuzluk ve ortak tehditler karşısındaki taktiksel farklılıklardı. Ancak Türk-Amerikan ilişkileri açısından çok daha yapısal etki eden unsur, ABD dış politikasında yaşanan doktriner değişimler ve öne çıkan aşırı tek taraflılık ilkesiydi.

Aslında 13 sene önce ikili ilişkilerdeki olası tehlike ve riskler kendini tüm çıplaklığıyla göstermeye başlamıştı. ABD’nin yenilediği ulusal güvenlik stratejisindeki ‘önleyici savaş doktrini’ bölgede çok daha aktif askeri bir müdahale döneminin kapılarını aralamıştı. Türkiye ile ABD arasındaki stratejik işbirliği o döneme kadar ‘çevreleme’ olarak adlandırabilecek bir doktrinin ABD tarafından Sovyet yayılmacılığını önlemek için ortaya konulduğu bir dönemin izlerini taşıyordu. Genel hatlarıyla savunmacı ve kuşatmacı olan bu doktrinde yaşanan bazı krizlere rağmen, iki ülkenin birbirinden beklentisi genel hatlarıyla üzerinde anlaşmaya varılan bir husus olarak ortaya çıkmıştı. İki ülkenin parçası olan çok taraflı kurumlar ve örgütler de temel olarak bu prensibin temelinde şekillenmişti.

11 EYLÜL İLE DEĞİŞMEYE BAŞLAYAN DENGELER
Bu rollerin ve beklentilerin az çok öngörülebildiği dönem 11 Eylül saldırılarıyla son buldu. 11 Eylül saldırıları sonrasında uygulamaya konan ABD ulusal güvenlik stratejisi tek taraflı olarak bu doktrinden uzaklaştı ve daha pro-aktif ve ofansif bir ABD güvenlik politikasının ortaya çıkmasına sebep oldu. Yeni stratejinin şekillenmesi ve uygulanmaya başlaması arasındaki süreçte geleneksel müttefiklerin bu konudaki fikirleri dikkate alınmadığı gibi uygulama sırasında da, Irak Savaşı’nda olduğu gibi, mevcut müttefiklerle ilişkilerin tehlikeye atıldığı bir dönemin kapısını aralıyordu.

Bu dönemde belki de ABD’nin yaşadığı krizlerden en önemlilerinden biri Türkiye ile yaşandı. Türkiye’nin diğer ABD müttefikleri gibi tam olarak hazır olmadığı bir şekilde Irak Savaşı’na destek vermesi beklendi. Ekonomik krizden çıkmaya çalışan ve 1. Körfez Krizi sırasında ve sonrasında yaşadığı sorunlar sebebiyle bölgesinde yeni bir çatışmanın çıkmasını engellemek isteyen Türkiye’nin tavrı ideolojik bir anti-Amerikanizm olarak sunulmaya çalışılırken, hükümetin kabul edip meclise getirmesine rağmen meclisten geçmeyen tezkere hükümetin bir manevrası olarak algılandı.

ABD’nin uyguladığı tek taraflılık, iki kutuplu dünya sonrası ortaya çıkması umut edilen ikili ve daha yatay ilişki ağı yerine ‘ya bizdensiniz ya da karşımızdasınız’ anlayışını beraberinde getirdi. Bu dönem içine girilen türbülansta ABD yönetimi önce Türk askerini yeterince ‘liderlik’ gösterip siyasi iradenin alanına müdahale etmediği için eleştirdi. Bu krizli durum 4 Temmuz’da Kuzey Irak’ta konuşlandırılan Türk askerlerinin ABD’li askerler tarafından tutuklanmasıyla patlak veren çuval hadisesi ile yeni bir boyut kazandı. Girişilen hareket ve sonrasında hasar kontrol konusunda sergilenen yavaşlığın Türkiye’deki yansıması oldukça dramatikti. Meydana gelen olay bir yandan Türkiye’de ABD’ye karşı oldukça şüpheci siyasi grupların elini güçlendiriyor, hükümetin ABD ile işbirliği konusundaki alanını daraltıyor ve daha sonra popüler kültür tarafından oldukça sık malzeme haline getiriliyordu.

Bu noktada Türkiye ile ABD arasındaki belki de en ciddi krizlerden biri, PKK’nın Kuzey Irak’taki etkinliğinin artması ve özellikle 2005’den itibaren başlayan şiddet eylemleri ile yaşanmaya başladı. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde Irak merkezli olarak en çok üzerinde durduğu meselelerden biri PKK’nın tıpkı 1991 sonrası gibi bölgede kendine rahat bir hareket alanı bulması ve Türkiye’ye saldırılarını artırması tehlikesiydi.

ABD’nin de PKK’yı bir terör örgütü olarak tanımasından hareketle bir müttefik olarak ABD’den beklenti, Irak’taki operasyon sırasında PKK’ya karşı bir müdahalenin gerçekleşmesi idi. Ancak bu noktada tüm taleplere ve 11 Eylül sonrası oluşan teröre karşı mücadele dayanışmasına rağmen bu noktada PKK’ya karşı ortak mücadele Türkiye açısından beklentilerin çok altında kaldı. Tehdit algılamalarında yaşanan bu farklılık karşılıklı güven konusunda ciddi bir bunalımın kapılarını açıkladı.

Meydana gelen bu krizli durum Irak’ta işlerin sapa sarmasıyla yeni bir boyut kazandı. Bu noktada ABD yönetimindeki bazı isimler alelacele zarar verilen ikili ilişkilerin Irak’ın istikrarı ve bölgesel politikalar göz önüne alındığında yeniden kontrol altına alınmasını beklerken, diğer bir kesim de Irak’ta içine düşülen durumdan Türkiye’yi sorumlu tutma yoluna gitti. Her ne kadar özellikle Bush yönetiminin ikinci döneminde bu krizli dönem bir nebze aşıldıysa da olası krizlerin önüne geçilecek yeterince adım atılmadı.

Obama yönetiminin ABD’de iktidara gelmesiyle beklentiler konusunda yaşanan en büyük unsur, ikili ilişkilerin en önemli oyun bozucusu olarak ortaya çıkan ABD tek taraflılığının ortadan kaldırılmasıydı. Buna göre iki ülke arasında ikili bir ilişki oluşturabilecek ve Bush dönemindeki sorunlu dönem geride bırakılabilecekti. Başkan Obama da zaten dış politika ajandasında müttefiklerle yeniden güven ilişkisinin kurulmasını öncelikleri arasına almıştı. Ancak ikili ilişkilerde özellikle Başkan Obama’nın ilk yıllarında ortaya çıkan bu iyimser hava Suriye krizinin derinleşmesiyle yerini yeni bir sorunlu döneme bıraktı.

OBAMA’NIN EYLEMSİZLİĞİ VE ABD YÖNETİMİNİN MÜTEREDDİTLİĞİ
Başkan Bush’un tek taraflı müdahaleciliğinin yerini adeta bir anti-Bush bir başkan olmayı hedefleyen Başkan Obama’nın eylemsizliği ve ABD yönetiminin müteredditliği aldı. Suriye’de yaşanan insani drama ve krizin sınırlar ötesi bir hal alarak çoğu ABD’ye dost ve müttefik olan ülkelerin güvenliğini tehdit eder hale gelmesine ABD yönetimi kayıtsız kaldı. Retoriğin ve başkanın yaptığı konuşmaların birçok şeyi değiştirebileceği ve Suriye gibi rejimlere karşı caydırıcı bir etki yaratabileceği düşüncesinin yanlış olduğu çok az bir zaman sonra ortaya çıktı.

Özellikle rejimin kimyasal silah kullanımı ve sonrasında ABD yönetiminin ‘kırmızı çizgi’ açıklamasını unuturcasına herhangi bir askeri müdahale fikrinden uzak durması iki ülke arasındaki ilişkiler açısından güven kırıcı bir özellik yarattı. Başkan Obama’nın tüm bu süreçte tek taraflı olarak kararları vermesi, ABD’nin Bush dönemindeki bu politikasından vazgeçmediğini de gözler önüne serdi. Türkiye’nin güvenli bölge, eğit donat ve kimyasal saldırı sonrasındaki beklentileri sürekli olarak sonuçsuz kaldı.

Suriye ve Irak’ta IŞID’in yükselmesi ve artık Obama yönetiminin beklentilerinin aksine ciddi bir uluslararası tehdit haline gelmesi sonrasında ikili ilişkilerde önemli iki farklılık ortaya çıktı. Önce Suriye konusunun bir kenara bırakılarak sadece bu meselenin bir sonucu olarak ortaya çıkan IŞİD gibi örgütlerin sadece Suriye’deki mevcut durumun düzelmesiyle ortadan kalkacağını düşünen Türkiye ile IŞİD’e karşı hava saldırıları ve Suriye’deki bazı grupların IŞİD ile mücadele  için silahlandırılıp eğitilmesi gerektiğini savunan ABD yönetimi arasında öncelikler konusunda ciddi bir kriz yaşanmaya başladı.

Kobani krizi bu noktada iki ülke ilişkilerindeki dönüm noktalarından biri oldu. Krizin başlamasıyla birlikte ABD’nin Türkiye’den askeri bir müdahale beklermiş gibi tavrı, Türkiye’nin bu noktada tek başına tek taraflı bir müdahaleden kaçınması üzerine Beyaz Saray’dan Amerikan medyasına sızan ‘bıkkınlık’ ve ‘hayalkırıklığı’ ile dolu ifadeler ikili ilişkiler için soğuk duş etkisi yarattı.

İLİŞKİLERİN EN ZAYIF HALKASI
Ancak kriz burada bitmedi. Türkiye’nin tüm karşı çıkmasına rağmen ABD yönetimi YPG’ye silah yardımı yapmaya başlayınca durum daha ciddi bir boyut kazandı. PKK ve YPG arasında suni bir ayrıma dayanarak YPG’yi askeri açıdan desteklemeye başlayan ABD yönetimi bölgedeki NATO müttefiki olan Türkiye’nin terörist olarak kabul ettiği bir örgüte yardım etmeye başlamıştı. 13 sene önce iki ülke arasında patlak veren PKK krizi bu sefer çok farklı bir boyutta canlanmıştı. Bu kriz bugüne kadar ikili ilişkilerin en zayıf halkası olarak bu ilişkilerin geleceğini en fazla tehdit eder boyuta ulaştı.

Uluslararası meşruiyet ve destek sağladığını düşünen PKK’nın Türkiye’de şiddet olaylarına yeniden dönmesi, özellikle Ankara’daki son iki intihar bombasında bombacıların bir süre Suriye’de bulunmuş olmaları ve özellikle Başkan Obama’nın IŞİD’le mücadele konusundaki özel temsilcisinin YPG’liler ile çektirdiği fotoğrafları Twitter’da paylaşması bu krizin boyutunu farklı alanlara taşıdı. ABD tarafından sürekli olarak yapılan YPG açıklamaları bu noktada Türkiye’de yaptığı etki bakımından oldukça önemliydi. YPG ile yaşanan bu gelişmeler ikili ilişkileri 13 sene sonra en krizli noktasına yeniden getirdi.

Elbette tüm bu yaşanan gelişmeler ABD’nin tek taraflı ve müttefiklerinin güvenliği ve fikirlerini dikkate almayan 11 Eylül sonrası dış politikasından oldukça ciddi bir şekilde etkilendi. Türkiye ile ABD arasında yaşanan bu güven bunalımı, Türkiye’nin Suriye ve Irak’a komşu olması ve bu bölgelerde yaşanan sıcak gelişmelerin direk etkisini hissetmesi açısından oldukça ciddi bir biçimde hissedildi.

Ancak haritaya bakıldığında ABD’nin tek taraflı müdahaleciliği sonrasında Obama döneminde kazandığı tek taraflı eylemsizlik ve müteredditliği diğer bölgedeki ABD müttefiklerini de ciddi bir biçimde rahatsız ediyor. Japonya’nın ABD’nin güvenlik anlaşmasının gereklilikleri konusunda ne kadar kararlı olduğu konusundaki soru işareti, Polonya’nın ABD’nin Rusya politikası konusunda hissettiği kaygı hep aslında ABD’nin bu tek taraflılığının sonucu olarak ortaya çıktı.

Geldiğimiz noktada ABD’nin içinde bulunduğu bu durum, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ABD müttefiklerini ciddi bir biçimde düşündürüyor. Bir yandan çok müdahaleci bir başkandan sonra O’nun antitezi olmak isteyen eylemsizlik ve risksizlik denklemi üzerinde ilerleyen bir başkanın ortaya çıkışını normal olarak karşılayarak bundan sonra normale dönüleceğini düşünen iyimserler öte yandan da bu durumun bir devamlılık teşkil edebileceğini düşünen kötümserler bundan sonraki dönem için tahminlerde bulunuyorlar. Şimdilik üzerinde neredeyse herkesin hemfikir olduğu çok dramatik bir değişim yaşanmaması durumunda 2016’nın da tıpkı 2003 gibi ikili ilişkiler için kayıp bir yıl olma ihtimali.

[Al Jazeera Türk, 29 Mart 2016].