Deprem bölgesinde yaşanan felaketin boyutlarını tarif etmek mümkün değil. Bölgeye iki gün süren ve Times of Türkiye organizasyonuyla gerçekleştirdiğimiz ziyaret boyunca gördüklerimiz felaketin ne kadar büyük boyutlarda olduğunu, insanımızın inanılmaz bir üstün çabayla nasıl elinden geldiğini yaptığını ve yıkılması mümkün olmayan metanetini koruduğunu gösterdi. Yakınlarının cenazelerini almayı bekleyen insanlardan zamanla yarışan arama kurtarma personeline, çorba dağıtan gönüllüsünden koordinasyon için gece gündüz koşuşturan idarecilerine kadar herkesin büyük acılarını yapıcı bir enerjiye dönüştürdüğünü gördük. Halkımızın dayanıklılığını tarif edilemez boyutlarda sınayan bu felaketin insanımızın hiçbir koşulda vazgeçmeyen karakterini bir kez daha ortaya koyduğunu görüyoruz. Bölge ziyaretimizde ekranların ve sosyal medyanın yansıtabildiğinin çok ötesine bir felaket ve yıkımın şahidi olduk maalesef. Bununla birlikte yıkımın şehrin her yerinde aynı olmadığını belirtmek gerekiyor. Yıkılan binalarda bazen zemin, bazen bina kalitesi bazen de her ikisinin problemli olduğu ortada. Birçok yıkılan bina arasında ayakta kalan binaların olması, zemin seçimi yanlış olduğunda bina sağlam yapılsa bile bunun yetmeyeceğini gösteriyor. Sağlam zemine inşa edilen ve deprem yönetmeliklerini uygulayan çok sayıda yapının ayakta kalması da depreme dayanıklı yapılar inşa ederek depremle mücadelenin mümkün olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin büyük çoğunluğunun fay hatları üzerinde veya yakınında olması önümüzdeki dönemde yapı stokunun hem doğru zemin hem de deprem yönetmeliğine uygunluğun tavizsiz uygulanarak oluşturulması gerektiğini ortaya koyuyor.
Nurdağı, Kahramanmaraş ve Hatay ziyaretlerimizde karşılaştığımız yıkım sahneleri kadar hem devletin hem de sivil toplumun mücadelesinden bahsetmek gerekiyor. Dokuz saat arayla gerçekleşen iki büyük depremle birlikte binlerce artçının yarattığı çarpan etkisi sokakların ortadan kalktığı ve insanın yönünü bulmakta zorlandığı mahşeri bir gerçeklik yaratmış. Eşine ya büyük savaşlarda ya da Hollywood filmlerinde rastlanır derecede bir yıkım karşısında devletin kurumları, sivil toplum kuruluşları, belediyeler ve gönüllüler durmadan mücadele ediyor. Bu insanlar günlerce arabalarında ve çadırlarda kalarak bölgeden ayrılmıyor ve yemek dağıtımından yakacak yardımına kadar birçok konuda günlerce uykusuz kalmak kaydıyla çalışıyor. Hiçbirinin şikâyet etmeden sadece yapılması gerekenlere odaklanmış olması çaresizlik ve umutsuzluğa vakitlerinin olmadığını gösteriyordu.
Yakınlarını kaybetmiş veya hâlâ yakınlarının sağ çıkması umuduyla bekleyen insanlarla konuştuğunuzda (daha doğrusu konuşmaya çalışıp kelimelerin boğazınıza düğümlendiğinde) bu insanların metanetlerinin insanı derinden sarmaması mümkün değil. Bu insanların böyle büyük bir felaket karşısında kendi acılarıyla yüzleşme cesaretleri, diğer insanların acılarının farkında olup onları teskin etmeye çalışmaları, bizim gibi insanlarla konuşurken bize oturacak yer ve ikram derdine düşmeleri insanımızın güçlü karakterini ortaya koyuyordu. Elbette yıkım ve kayıplar karşısında çaresiz hissetmemek, isyan etmemek mümkün değil ancak bölge insanının bu duygularını çok yoğun bir yardım etme ve dayanışma enerjisine döndürdüklerini söylemek gerekiyor. İnsanların acısını dindirmek ve yaralarını sarmak çok uzun zaman alacak ve belki de mümkün olmayacak ancak onların her koşula rağmen vazgeçmeyeceklerinden emin olabiliriz.
Böyle ulusal trajedi dönemlerinde en zirveye çıkan duyguların soğukkanlı ve rasyonel tartışmaları imkânsız kılması beklenir ancak ülkenin her yanında bir şekilde katkı sunmaya çalışan insanların insan üstü çabalarına saygı göstermemiz gerekiyor. Onların metanet ve güçlü karakterlerinden ilham alarak önümüzdeki dönemde çok daha kalıcı şehirleşme planlarını uygulamakta ısrarcı olmamız gerekiyor. Böyle anlarda belli kurum ve kişileri hedefe koymak aslında en kolay iştir ancak bu sorunun hepimizin hatalarıyla on yıllardır biriken yanlışların bir çığa dönüşmesinden kaynaklandığını unutmamak gerekiyor. Konuştuğumuz insanların acı içinde gerçekle yüzleşirken tek bir sorumlu görmektense bunun kolektif bir sorun olduğunu anlatmaları belki de en çarpıcı tecrübelerden biri oldu benim için.
Gelecek yıllarda bu felaketin önümüze koyduğu tarihi meydan okuma karşısında zaman zaman yılgınlık ve çaresizlik hissetsek de toplumsal bir dayanışma içinde olmaktan başka çaremiz olmadığını unutmamamız gerekiyor. Türkiye’nin uzun zamandır devam eden göç ve çarpık şehirleşme gibi devasa sorunlar karşısında yaşanabilir ortak yaşam alanları üretme, çevre bilinci oluşturma, kriz yönetimi ve insani yardım gibi birçok alanda uzun vadeli politikalar geliştirmesi gerekiyor. Bölge halkının ve bugünlerinde onları yalnız bırakmayan hem devlet görevlileri hem de hem sivil toplum üyelerinin verdikleri tarihi mücadeleyle bize öğrettiklerinin asla vazgeçmemek ve kararlı bir biçimde yeniden inşaya girişmek olduğunu düşünüyorum.
[Yeni Åžafak, 17 Åžubat 2023].