'3 kredi derecelendirme kuruluşu, finansal çöküşün anahtar tetikleyicileridir. Bu kuruluşlar olmadan kriz çıkamazdı' der, ABD hükümetinin görevlendirdiği Finansal Kriz İnceleme Komisyonu'nun 2011 tarihli sonuç raporu.
Riskli varlıklara verdikleri cazip notlarla, son global krizin patlak vermesine çanak tutan kredi derecelendirme kuruluşları (KDK), raporda tasdiklenen itibar erozyonuna, esas itibariyle 2008'den önce uğramaya başlamıştı. Bugün bu konuya bir göz atalım.
HEM METODOLOJİK HEM ETİK İTİBAR KAYBI
Söz konusu itibar kavramını, iki boyutta ele almalıyız diye düşünüyorum. Birincisi, bu kuruluşların isabetli tahmin yapabilme kabiliyeti… KDKların ana görevi, bunu başarıp yatırımcıyı doğru yönlendirebilmektir ancak deneyimler gösteriyor ki; KDKlar krizlere yönelik tahminlerde bulunmayı pek başarabilmiş değiller. Hatta aksine, kriz çıkarabilme başarıları mevcut… 2008'de yaşadığımız gibi.
İkinci boyutu ise, ABD Adalet Bakanlığı'nın 2013 yılında S&P'ye açtığı davanın dilekçesi özetliyor: 'Yatırımcılara, objektif, bağımsız ve herhangi bir çıkar çatışmasından etkilenmeyen derecelendirmeler yaptığını bildiren S&P'nin kriterleri ve modelleri, finansal kriz öncesinde, pazar payı, ücretler, karlar ve ihraççılarla olan ilişkiler gibi unsurlardan etkilenmiştir.'
Bu bağlamda KDKlar konusunda, hesapları tutturamama marifetinin yanı sıra, bir de işin etik boyutu önem kazanıyor: Çıkar çatışması. Temel sebep ise, bu kuruluşların, derecelendirdikleri firmalardan ödeme almaları. Nobelli ekonomistlerden tutun KDK eski yöneticilerine kadar birçok uzman, son senelerde bu konuya dikkat çekiyor. 3 Büyükler'in taraflı ve maksatlı derecelendirme yaptığını duymayan kalmadı.
TÜRKİYE NEDEN GERİDEN GELİYOR?
Şimdi bir de, konunun Türkiye ayağına bakalım. Metodolojiden başlarsak, örnek olarak çok uzağa değil, 2014'e bakmak yeterli. Daha ilk çeyrekte dış taleple dengelenerek büyüme durumumuz ayan beyan ortadayken, ekonomimize yönelik zayıf tahminlerden vazgeçmeyenler, bu kuruluşlardı… İlgili dönemde %4 üzeri bir büyümeyi haber veren öncü verileri doğru okuyamayan KDKların, rakamlar açıklandıktan sonra bir revizyona gitmelerinin ne değeri var?
Gelelim işin etik ve adalet kısmına: Moody's'i örnek alalım. Moody's'in, bize yatırım yapılabilir ülke notu vermesi, tam 20 yıl üzerine 2013'te oldu. 90'lar inişli çıkışlı geçen kayıp yıllardı, tamam. Ya 2000'ler? Ekonominin yeniden atağa geçtiği, siyasi istikrardan bütçe disiplinine kadar birçok ilgili kriterin kendine geldiği bu dönemde yatırımları hak etmeyecektik de, ne zaman edecektik? Neden geç kalındı?
YUNANİSTAN NOT ARTIŞINI HAK EDERKEN!
Esas temel aldığım nokta ise, adalet. Evet, değerlendirmeler kriterler dâhilinde yapılır ancak karşılaştırmalar da, bunun ne kadar sağlıklı yapıldığını ölçmek açısından önemlidir. Farz edelim Türkiye, genel metodoloji çerçevesinde gerçekten riskli. Peki ya aynı modelle derecelendirilen diğer ülkeler?
Son dönemde Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi, göstergeleri bizimle kıyaslanamaz bol dertli ekonomiler minicik bir adım attığında artı puanlara layık görülüyor da, biz neden hep uçurumun kenarında gösteriliyoruz?
Nasıl oluyor da, sorunlarla boğuşan bizden çok daha düşük tempodaki birçok ülke fi tarihinden beri yatırım yapılabilir seviyede tutuluyor da, biz her an diken üzerinde bırakılıyoruz?
Sorunlarımız elbette var. Bunları açık yüreklilikle de söylüyoruz ve söyleyeceğiz. Ancak bir yandan da, nisbi olarak bakıldığında Türkiye'ye açıkça haksızlık yapıldığı gerçeğini de söyleyeceğiz.
MEMLEKET MESELESİDİR
Söyleyeceğiz çünkü küresel konjonktürün dalgalanmalar yaşadığı şu dönemde, risklerin ne denli önem taşıdığı malum. KDKların hakkımızda sık sık ortaya attığı olumsuz yorumlar ise, bunu besliyor. Bu kuruluşların güven aşılamadığı aşikâr ancak halen itibarsıza itibar etmek durumunda kalan bir küresel yatırım ortamı var. Zira bu oligopol yapı karşısında, elle tutulur bir alternatif yok. Bunun verdiği rahatlıkla da, KDKlar yatırımcının algısını kolayca manipüle edebiliyor.
Aldous Huxley'in dediği gibi;'Bilinen ve bilinmeyen şeyler vardır. İkisinin arasında ise, algı diye bir kapı vardır.'
Onlar, bilinmeyenleri görmeye çalışan yatırımcının algısıyla uğraşadursun, biz de bir yandan bu gerçekleri haykırmaktan geri durmamalıyız.
Nitekim bu konu, hem gelmiş geçmiş hem de müstakbel etkileri hasebiyle, tam anlamıyla bir memleket meselesidir.
[Yeni Şafak, 19 Eylül 2014]