Gelişmekte olan birçok ülke finansal küreselleşmenin ikinci dalgasının ardından ciddi finansal krizlerle karşı karşıya kaldı. Bazı iktisatçılar bu krizlerin finansal küreselleşmenin hassas ve istikrarsız doğası nedeniyle oluştuğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak gelişmiş ülkeler genellikle bu gibi eleştirilere duyarsız kaldı. Gelişmiş ülkelerin finansal küreselleşmeden elde ettiği kazanım, bu ülkeleri küresel finansal yönetişimin yeniden şekillendirilmesine yönelik adımlar atmaktan alıkoydu.
Doğu Asya finans krizini takiben eleştirilerin artması üzerine Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) oluşan G7 ülkeleri özellikle küresel finans sistemini ilgilendiren konularda yoğunlaşmak ve işbirliğinde bulunmak için yeni bir uluslararası grup kurulmasını (G20) kararlaştırdılar. Böylece 1999 yılında G20 kuruldu. Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkeleri suçlamaları, küresel sistemdeki fay hatlarını görmezden gelmeleri daha kolaydı ve sonuç olarak G20, KFK’ye kadar varlık gösteremedi. KFK’nin ortaya çıkışıyla birlikte G20 mevcut krizlerin etkilerini azaltacak ve yeni krizleri önleyecek küresel çalışmalara öncülük edecek en güçlü forum olarak görülmektedir.
Bu analiz, G20’nin değişmekte olan küresel finans görünümü üzerindeki etkisini değerlendirmeye çalışmaktadır. G20, 2008’deki Washington Zirvesi’nden beri küresel finans yönetişimini yeniden şekillendirilmesinde önemli ilerleme kaydetmiştir. Diğerlerine ek olarak, grup aynı zamanda makro ihtiyati politikaları uygulamakta, “batmasına müsaade edilemeyecek kadar büyük finansal kurumlara” yönelik sıkı kurallar geliştirmekte, IMF’nin kredi kapasitesini artırmakta ve gölge bankacılık sistemiyle ilgili daha zengin bilgi toplamaktadır.