Hafızamı yokladığımda kredi derecelendirme kuruluşları ile ilgili ilk yazımı 2007'nin yazında kaleme aldığımı hatırladım. Aradan geçen yıllara rağmen çok şey değişmediğini görüyorum. Kredi derecelendirme kuruluşları objektiflikten ve şeffaflıktan oldukça uzak kararlar almaya devam ediyorlar. Bu hafta Türkiye'nin kredi notunu düşüren S&P son on beş yılda ekonominin kat ettiği onca mesafeye rağmen notumuzu bir türlü yatırım yapılabilir ülke seviyesine yükseltmemişti. Not yükseltmediği gibi ekonomik rasyonaliteden uzak siyasi içerikli notlar vermeyi sürdürdü. S&P daha önce Türkiye'ye dair not güncellemesinin Ağustos'ta yapacağını ilan etmişti ancak erken seçim kararı sonrası kendine görev bilerek telaşlı bir şekilde Türkiye'nin notunu bir kademe düşürdü. S&P'nin hangi gerekçelere dayanarak not indirdiğini biraz inceleyelim: Raporunda Türkiye'nin yüksek cari açığının makroekonomik kırılganlık oluşturduğundan bahsediyor. Hükümetin geçtiğimiz haftalarda cari açığı 19 milyar dolar azaltması beklenen proje bazlı teşvik sisteminin mantığını hiç anlamayarak bu teşvik paketinin bütçe açığı ile birlikte cari açığı artırma risk taşıdığını ima ediyor. Nedeni ne olursa olsun böyle bir yorumun yapılması gerçekten komik. Türkiye'nin cari açığının yükseldiği ve son dönemde cari açığın finansmanını daha çok kısa vadeli sermaye girişi ile finanse ettiği herkesin bildiği bir durum. Ama Türkiye'nin önceki yıllarda bundan çok daha yüksek cari açıkları finanse edebildiğini unutmamak gerekiyor. Bununla birlikte cari açıktaki yükseliş temel olarak altın ithalatı ve petrol fiyatlarındaki artıştan kaynaklanmaktadır. Dönemsel bir artış yaşıyoruz. Tüketim harcamalarının alevlendirdiği bir cari açıktan bahsetmek söz konusu değil. Bununla birlikte ihracat performansındaki iyileşme ve turizm gelirlerinde yaşanan hızlı artış da cari açığı frenleme potansiyeline sahip. S&P raporunda Merkez Bankası (TCMB) politikalarına yönelik endişelerini dillendirerek üstü kapalı bir şekilde faizlerin daha da artması gerektiğini ima ediyor. TCMB son faiz artırımı ile birlikte zaten son yılların en yüksek reel faizini veriyor. TCMB ayrıca önümüzdeki aylarda tek faiz uygulamasından çıkılarak para politikasında normalleşmeye gideceğine dair güçlü sinyaller verdi. Para politikasına dair bu gelişmeler yaşanırken S&P'nin bunları görmezden geldiği anlaşılıyor. Derecelendirme kuruluşları başta olmak üzere küresel finans çevrelerinde TCMB'nin faizleri artırarak enflasyonu tek haneli rakamlara çekebileceğine dair bir kanı var. Türkiye yaklaşık iki yıldır talep enflasyonu değil maliyet enflasyonu yaşamaktadır. Böyle bir durumda faizleri yükselterek süt veya ayakkabı fiyatlarını düşüremezsiniz. Denilebilir ki faiz arttığında kur geriler, kurun gerilemesi neticesinde enflasyon düşer. Teorik olarak bu doğru ancak son dönemde pratikte bu kanalın çalışmadığını görmek lazım. ABD Merkez Bankası'nın (FED) faiz artırım süreci sona yaklaşmadan ve küresel/bölgesel riskler normalleşmeden TCMB'nin faiz artışları kuru geri çekme ve enflasyonu düşürmede tek başına etkili olmayacaktır. Enflasyonu düşürmenin yolu tarımdan hayvancılığa, sanayiden enerjiye kadar kritik alanlarda başlayan yatırımları ve reformları hızlandırmaktan geçiyor. S&P'nin Suriye'de gerçekleştirilen operasyonlar, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile ilgili endişeleri ve eleştirilerinin altını doldurabildiğini de söylemek oldukça güç. Ezcümle not indirimine dair verilen gerekçeleri ekonomik açıdan rasyonel bir temele oturtmak çok mümkün değil. Kredi derecelendirme kuruluşları özellikle küresel finans krizinden sonra çok ciddi bir itibar erozyonu yaşadılar. Hatalı notlandırmalardan dolayı yeterli olmasa da milyarlarca dolarlık cezalar aldılar. Kredi derecelendirme kuruluşlarını eleştirenler sadece biz değiliz. Başta Çin, Brezilya ve Rusya olmak üzere birçok gelişmekte olan ülke kredi derecelendirmelerinde negatif ayrımcılığa maruz kaldıklarını düşünüyorlar. Eski Almanya Ekonomi Bakanı Rainer Brüderle ve eski ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner de hükümet görevleri süresinde bu kuruluşların verdikleri kararları ağır bir şekilde eleştiren demeçler vermişlerdi. Kredi derecelendirme kuruluşlarının hatalı kararlarını bu gibi köşelerde yazmak ve basın önünde dillendirmek yapılan yanlışları ifşa etmek için önemli. Ancak bu tek başına yeterli değil. Siyasetçiler, bürokratlar, iş dünyası ve akademisyenlerin bu kuruluşların bazı çevrelerin çıkarları için belli problemleri abartmaları ve olumlu gelişmeleri görmezden gelmelerinin önüne geçerek hareket alanlarını daraltacak politikalar ve uygulamalar üzerinde yoğunlaşmaları gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile birlikte enflasyonu kalıcı olarak tekrardan tek hanelere indirecek, son dönemde tekrardan beliren dolarizasyon eğilimini dizginleyecek, cari açığı azaltacak ve ulusal tasarrufları finansal sisteme daha fazla çekebilecek finansal enstrümanları geliştirecek reformları daha hızlı bir şekilde hayata geçirmemiz gerekiyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarına verilebilecek en iyi yanıt bu.
[Sabah, 5 Mayıs 2018].