Türkiye’nin kredi derecelendirme notu ilk derecelendirilme yılı olan 1992 ve 1993 yılları haricinde 2012 yılına kadar yatırım yapılabilir seviyenin altında tutulmuştur. Türkiye’nin 2002 sonrası dönemde gerçekleştirmiş olduğu ekonomik reformlar, temel makro ekonomik göstergelerde yaşanılan iyileşmeler, sağlanan finansal ve siyasi istikrar piyasalar tarafından kabul görürken; kredi derecelendirme kuruluşları piyasadaki bu iyileşmeleri uzun süre kredi notuna yansıtmadılar. Bu kuruluşların piyasayı yönlendirme güçlerinin yüksek olmasından dolayı, makul ve anlaşılabilir nedenlerden uzak olarak Türkiye’nin notunu artırmamaları tepkilere yol açmıştır.
Oligopol bir yapının oluştuğu derecelendirme sektöründe, kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkelere verdikleri notlar, ülkelere fon akımını yönlendirmesi nedeniyle bu kuruluşların verdikleri kararlarda yanlılık ya da politik kararlar ciddi tartışmalara neden olmaktadır. Bu nedenle, kredi derecelendirme kuruluşlarının kararları, sektörde bir birtakım sorunları beraberinde getirmiş ve değerlendirmelerin objektifliği, şeffaflığı ve ileriye yönelik yaptığı tahminlerinin doğruluğu tartışılmaya başlanmıştır.
Daha önce yaşanılan, 1997 Asya krizi, 2008 küresel ekonomik krizi ve 2011 Avrupa borç krizi göstermiştir ki, bu kuruluşların verdikleri sinyaller yanıltıcı olmuş, en yüksek derecelendirme notuna sahip ülkeler veya firmalar ekonomik çöküşe maruz kalmıştır. Piyasa göstergelerini iyi okumadıkları, taraflı davrandıkları ve piyasayı yanlış yönlendirdiği gerekçeleriyle eleştirilen kredi derecelendirme kuruluşları, meydana gelen bu krizlerin başlıca sorumlusu olarak görülmüşlerdir.
NOTLANDIRMA ADİL DEĞİL
Türkiye’nin ekonomik göstergeleri birçok ülkeden iyi durumda olmasına rağmen kredi notunun uzun süre yatırım yapılamaz seviyede tutulması, not verme kriterleri konusunda tartışmaların da başlamasına neden olmuştur. Diğer taraftan, kredi derecelendirme kuruluşlarının verdikleri kredi notları ile CDS gibi ülke risk primini ölçen ve piyasayı daha hızlı takip eden göstergeler karşılaştırıldığında, piyasanın kredibiliteye verdiği not ile kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği not arasında büyük fark olduğu görülmektedir. Kredi derecelendirmenin ülkeler arası karşılaştırma aracı olduğu düşünülürse, CDS’lere göre ülke karşılaştırmasında en az bir A’ya (iyi kredi derecesi) sahip olması gereken Türkiye, yıllarca hiç de hak etmediği seviyede tutulmuştur. Yatırım yapılabilir seviyenin altında not verilen Türkiye’ye yatırım fonlarının girişi engellenmiş, bunun da ülkeye maliyeti ağır olmuştur.
Ayrıca, kredi derecelendirme kuruluşları, ülkelerin kredi notunu değerlendirirken ülkesel farklılıkları göz ardı ettikleri için ekonomik şoklara karşı her ülkenin vereceği tepkileri kestirmede başarısız olmuşlardır. Yaşanan ekonomik krizlerle birlikte dünyada ekonomik güç dengesi değişmeye başlamış ve bu bağlamda başta BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkeleri olmak üzere Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler ekonomik büyüme ve dolayısıyla dünyada gerçekleşen GSYH miktarında daha fazla söz sahibi olmaya başlamıştır. Ancak derecelendirme kuruluşları, bu değişimleri izlemedikleri ve kriterlerini değiştirmediklerinden dolayı değişen dünya koşullarına uyum sağlayamamışlardır.
Bu nedenle, kredi derecelendirme kuruluşlarının verdikleri notlar ve bu kuruluşlar birçok soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuş, objektifliğin ve hakkaniyetin yönlendirmediği notlandırmanın siyasi kararlar doğrultusunda yapıldığı her durum ve zamanda dile getirilmiştir. Çünkü, bu kuruluşların nihai karar süreçlerinin nasıl işlediği, kredi notunu etkileyen faktörlerin nasıl ağırlıklandırıldığı, benzer ülkelerle karşılaştırmaların nasıl yapıldığı, niteliksel kriterlerin kredi notunun belirlenmesinde ne derece etkili olduğu açık değildir.
Özellikle ülkelerin borçlarını geri ödeyebilme potansiyelinin değerlendirilmesi olarak yapılan notlandırmada, değerlendirilen ülkelerin niteliksel unsurlarının borç ödeme kabiliyeti ile arasında nasıl bir ilgi kurulduğu ve ülkelerin siyasi durumu gibi niteliksel unsurların karar aşamasında ne derece etkili olduğu gibi hususlar şeffaf değildir. Tüm bu olumsuzluklara ve belirsizliklere rağmen ne yazık ki, kredi derecelendirme kuruluşları tarafından yazılan ülke raporlarının incelenmediği ve bu raporlardaki öngörülerin doğru çıkıp çıkmadığı takip edilmediği için, bu kuruluşlara hesap sorulamamıştır.
Böylece bu kuruluşlar sahip oldukları geniş ve şeffaflıktan uzak özgürlük alanıyla verdikleri derecelendirme notunda sübjektif yargının objektif unsurlardan daha ön plana çıktığı, notlandırmada kullanılan metodolojilerin ve deneyimlerinin gelişmekte olan ülkeleri analiz etmede yetersiz kaldığı, gelişmekte olan ülkelerin siyasal ve ekonomik koşullarını bilmeyen analistlerin oryantalist yaklaşımla değerlendirme yaptıkları ve bu ülkelere yönelik yargının hep negatif olduğu gözlemlenmiştir.
FAİZ ORANLARI DÜŞÜNCE
Diğer yandan, Türkiye’nin 2012 yılında Fitch derecelendirme kuruluşu tarafından yatırım yapılabilir seviyede notlandırılması ve ardından diğer derecelendirme kuruluşlarının yatırım yapılabilir seviyede verdiği notlar, faiz oranlarının düşmesine ve yatırım ortamının iyileşmesine katkı sağlamıştır. 2013 yılı Mayıs ayının sonunda başlayan Gezi olayları ve hemen akabinde meydana gelen 17 Aralık darbe operasyonu ile bu olumlu gidişin tersine dönmesi için bir süreç devreye girmiştir. Bu süreçte başta kredi derecelendirme kuruluşları, finansal kuruluşlar ve bankalar yayımladıkları raporlar ve analizlerin yanı sıra yaptıkları açıklamalarla ekonomi üzerinde adeta Damokles’in kılıcını sallayarak ülke risk primini yükseltmek ve notunu düşürmek için pusuda beklemişlerdir.
Bunun temel sebebi, faizlerin düşmesi ile yıllarca krizlerin en önemli sebeplerinden biri olan kamu maliyesinden yani borç ve bütçe açığından kaynaklanan problemleri Türkiye’nin çözüme kavuşturması ve ekonomik vesayetin bir kısmını ortadan kaldırmış olmasıdır.
Bunun yanı sıra, ülkenin yapısal problemlerinin çözümüne yönelik yatırımların (enerji, ulaşım ve finans) gerçekleşmesi ve uzun dönemde ekonomik vesayetlerden kurtulması için faiz oranlarının düşük olması ve yatırım ortamının iyileşmesi gerekir.
TÜRKİYE İSTİKRARLI BÜYÜYOR
30 Mart seçimleri sonucunda siyasi istikrar ve ekonomik istikrar konusunda soru işaretlerin dağılması ve dolayısıyla piyasa göstergelerinde meydana gelen iyileşmeleri hazmedemeyen bu kuruluşların bu defa da gelecekte yapılacak seçimleri bahane ederek özellikle de faizin düşmesini engellemek için çabaladıklarına şahit olmaktayız. Kredi derecelendirme kuruluşlarından Fitch ve Moody’s kredi notunu “yatırım yapılabilir” seviye notunu değiştirmese de, Moody’s Türkiye’nin görünümünü durağandan negatife değiştirerek ve yatırım yapılabilir seviyedeki notu değiştireceği sinyalini vererek ülkeyi adeta tehdit etmiştir. Moody’s karara gerekçe olarak artan siyasi belirsizlik ve küresel likiditenin yatırımcı güvenini azaltmasını ve ekonomide orta vadeli büyümeye dair belirsizliği göstermiştir. Oysa 30 Mart seçimleri sonrasında siyasi belirsizlik ortadan kalkmış, seçim sonuçları yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini daha da kolaylaştırmıştır.
Diğer yandan faiz indiriminin başladığı bu sürecin ekonomik büyümeyi güçlendirmesi beklenirken, ekonomik büyüme endişesinden bahsetmesi ve orta vadeli büyüme trendine dair belirsizliklerin dile getirilmesi gerçekten çelişkilerle dolu bir açıklama olmuştur. Türkiye ekonomisi, 2009 yılının son çeyreğinden bugüne, yani 17 çeyreklik büyüme serüvenine hız kesmeden devam etmektedir. En önemlisi de 2013 yılı sonunda dünya ekonomileri dökülürken, Türkiye yüzde 4 büyüme hızı ile, 34 üyeye sahip OECD ülkeleri içinde en yüksek büyümeyi gerçekleştiren ülke olmuştur.
En ilginç olanı ise tüm bu pozitif göstergelere rağmen, Standart & Poor’s (S&P), Türkiye’nin kredi notunu halen yatırım yapılabilir seviye olmayan, yani “BB+” seviyesinde ısrarla ve haksızca tutmaya devam etmektedir.
YAPISAL SORUNLARI ÇÖZMEK
Kredi derecelendirme her ne kadar bir görüş niteliğinde olsa da verilen notlar, yatırımcıların kararlarını etkileyebilmektedir. Aynı zamanda yerli yatırımcıların iş yapması, yurt dışından kredi almaları, tahvil alıp satmaları ve yurt dışı finansmanı isteyen büyük altyapı projelerinin düşük finansmanı gibi yatırıma dair finansal kaynakların hepsi bu kuruluşların verdikleri notlar tarafından belirlenmektedir. Yatırım fonlarının başka bir ülkeye yatırım yapabilmesinin şartı, ülke derecelendirme notunun en az yatırım yapılabilir seviyede olması, söz konusu fonların çözülmesi ve faizlerin düşmesi ile ülkeye düşük maliyetli önemli bir kaynak sağlanmış olacaktır.
Türkiye’ye uluslararası sermaye akışının olmasının önünde en büyük engellerden birisi olarak görülen kredi derecelendirme notunun yatırım yapılabilir seviyede kalması veya bir üst kademeye çıkması Türkiye’nin son 12 yılda ekonomide gerçekleştirdiği performansın sürdürülebilirliği açısından hayati önem taşımaktadır. Çünkü önümüzdeki dönemlerde ekonomide hedeflenen yüksek GSYH miktarlarına ulaşmak, ekonomi büyürken özellikle başta da büyüme ile cari açık arasında tercih noktasına gelmemek için, uzun vadeli yapısal problemleri ortadan kaldırmak gerekmektedir. Bir nevi ekonomik vesayet olarak ifade edilen bu sorunlara çözüm bulmak ülkeye girecek sermaye ile birebir ilişkilidir.
Ayrıca, uluslararası platformlarda mevcut kredi derecelendirme kuruluşlarına bağımlılığın azaltılması yönünde başlatılan çabaların yanında, alternatif kredi derecelendirme kuruluşlarının kurulması ve bölgesel olarak kurulan kuruluşlar ile derecelendirmenin sağlanması sektörün oligopolcü yapısını ortadan kaldırmaya katkı yapacaktır.
Bölgede sağladığı ekonomik ve politik güç dolayısıyla, Türkiye’nin kredi derecelendirme kuruluşları konusunda adım atmasına yönelik beklenti oluşmuştur. Türkiye bu beklentilere cevap verebilecek hem siyasi hem de ekonomik güce fazlasıyla sahip bir ülkedir.
[Star Açık Görüş, 26 Nisan 2014]