Türkiye İstatistik Kurumu 2016 yılına dair nüfus istatistiklerimizi yayınladı. Nüfusumuz bir önceki yıla göre 1 milyon 73 bin 818 kişi artarak 79 milyon 814 bin 871 kişi olmuş. Böylece 2015 yılında yüzde 1.34 olan nüfus artış hızımız yüzde 1.35'e yükselmiş. Biraz klişe olacak, "yetmez ama evet!" Türkiye'nin nüfusu köyden kente göçün etkisiyle hızla arttığı dönemleri geride bıraktı. Hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu konunun ısrarla üzerinde durmasa, belki şuan gerileyen ve tehlikeli boyutlarda ihtiyarlayan bir nüfusumuz olacaktı.
Siz bakmayın havadan nem kapıp "hayat tarzımıza müdahale ediliyor" diye yaygara koparanlara, nüfus konusunda tehlikeli bölgeden hala tam olarak kurtulamadık.
Nasıl mı?
Uzun yıllardır nüfusumuz artsa da doğurganlık hızımız ya azalıyor ya da yerinde sayıyor. Doğurganlık hızı nedir diye sorarsanız, istatistiki olarak bir kadının doğurgan kabul edildiği 15-49 yaş arası dönemde dünyaya getirebileceği ortalama çocuk sayısıdır.
Başka bir iş bilmeyen muhalefetimiz, hemen bundan da nem kapıp, hayat tarzı yaygarası koparmasın. "Vay efendim 15 yaşında çocuk mu doğurulurmuş" demesin! Bu tüm dünyaca kabul gören nüfusla alakalı bir kavram. Bilim insanları, bir kadının bu yaşlar arasında biyolojik olarak çocuk doğurabileceğini kabul ediyorlar ve bu yaşlar arasında ne kadar doğum gerçekleştiğini takip ediyorlar.
Bir toplumda doğurganlık hızı 2.1'in altına düşerse, yani doğum yapma çağındaki kadınlar ortalama 2.1'den az doğum yaparsa, o nüfus kendini yeniden üretemiyor. Hızla yaşlanıyor, ekonomik verimliliğini kaybediyor ve o toplumda dev gibi bir nüfus sorunu oluyor.
Türkiye son yıllarda bu sorun ile karşı karşıya kaldı. Doğurganlık hızı; 2003 yılında 2.08'e kadar geriledi. 2004'den 2008'e kadar kısmi yükselmelerle doğurganlık hızı 2.14'e, yani kritik eşiğin yalnızca binde 4 puan üstüne çıktı. 2012'den itibaren tekrar yükselerek 2.17'e geldi.
Yani, sorgusuz sualsiz sırf muhalefet olma refleksi ile hayat tarzı yaygarası kopardıkları '3 çocuk' telkinleri olmasa, doğurganlık hızımız düşmeye devam edecekti ve 20- 30 yıl sonra iyiden iyiye yaşlı bir nüfusumuz olacaktı. Devletin ilgili birimleri bu tehlikeyi gördüler.
Doğum yapan annelerin çalışma şartlarının kolaylaştırılmasından, aile yardımlarının arttırılmasına; evde çocuk bakan anneanne ve babaannelere maaş bağlanmasından, kreş teşvikine kadar bir dizi önlemi hayata geçirdiler.
Yapılan bu teknik düzenlemelerin halkla ilişkilerini de Cumhurbaşkanı Erdoğan yürüttü. Gittiği nikâh törenlerinde yeni evli çiftlere 3 çocuk tavsiye etti, sokakta gördüğü vatandaşlara kaç çocukları olduğunu sorup, 3'ün altında çocuk sahibi olanlara sitem etti. Hemen her fırsatta konuyu gündeme getirdi, üzerinde durdu ve bugün gelinen noktada kıl payı da olsa 2.1 doğurganlık hızını yakalamış bulunuyoruz.
Peki, nüfus artış hızı açısından Türkiye'de alarm zilleri çalarken, devlet teşvik politikaları uygulayıp, Cumhurbaşkanı bu işin takipçiliğini üstlenirken, muhalefet ne yaptı?
Her zamanki gibi; KOCAMAN BİR HİÇ!
Bir yüzyıl öncesinden kalma modası geçmiş ve bir işe yaramadığı çoktan kanıtlanmış, nüfus artışındaki düşüşü her hâlükârda olumlu bir gelişme olarak gören modernist aile planlaması politikalarının peşine takıldı. Daha az çocuğumuz olursa, daha Batılı, daha modern oluruz zannetti. "Her ailenin yalnızca bir çocuğu olursa, o çocuk sarı saçlı ve mavi gözlü olabilir" diye hayal kurup, umutlanmış bile olabilirler!
Bırak ülkeyi, bu kafaya herhangi bir iş emanet edilir mi?
[Takvim, 1 Şubat 2017].