Yaklaşık kırk yıldır devlet içerisinde yapılanan, kritik kurumlara sızan FETÖ, MİT müsteşarı Hakan Fidan'ı kendisine mensup savcılar tarafından ifadeye çağırarak 7 Şubat 2012 tarihinde ilk defa doğrudan seçilmiş iktidara ve devlete savaş açtı. Sonraki süreçte dershanelerin kapatılması tartışmalarının hemen akabinde gelen 17-25 Aralık yargı darbesi girişimleri ve MİT tırları operasyonu ile FETÖ bu savaşı sürdürdü. 15 Temmuz; sapık ve sapkın bir şarlatan olan Fethullah Gülen tarafından kurulan Fethullahçı terör örgütünün ( FETÖ) dış mihrakların güdümüyle Türkiye'yi işgal girişiminin en son ve en kanlı merhalesiydi.
Darbenin üzerinden bugün bir yıl geçti. Bu bir yıl içerisinde FETÖ, kendisini çok titizce saklayan ya da renklendirme operasyonları ile başka ideolojik kimliklere bürünmüş kripto üyeleri haricinde büyük oranda tasfiye edildi. Süreç içerisinde Türkiye FETÖ'nün nasıl olup da devletin kritik kurumlarına sızıp askeri bir darbeye teşebbüs edebilecek seviyeye ulaştığı konusunu tartıştı. Bu noktada özellikle Kemalist çevrelerdeki bazı kesimlerin bütün suçu AK Parti'ye yıkarak kendilerini temize çıkarma çabaları ibretlik.
Halbuki cümle alem biliyor ki AK Parti iktidara 2002 yılında geldi. FETÖ ise 1980 yılından itibaren sistematik bir biçimde sızıyordu. Öyle ki 1990'lı yıllara gelindiğinde özellikle polis teşkilatını neredeyse ele geçirdiği, ordu içerisinde askeri liseleri kontrolü altına aldığı ve yargı teşkilatında ciddi bir güce ulaştığı bugün ortaya çıkan bilgilerden anlaşılıyor. Bütün bunlara ek olarak yurtiçi ve yurtdışında binlerce okul kurmuş ve bir medya imparatorluğu inşa etmiş haldeydi.
Dolayısıyla bu kesimlerin dönüp kendilerine sormaları gereken pek çok soru bulunmakta. Ama kendileri de çok iyi biliyorlar ki bu soruları sormak onların bazı dogmatik inançlarının sarsılmasını ve geçmişteki günahlarıyla yüzleşmelerini gerektirecek.
Bununla ne demek istiyorum biraz açayım. Öncelikli olarak FETÖ tarzı gizliliği ve takiyyeyi din haline getirmiş olan yapılanmalar tepeden inmeci radikal batıcılığın bu topraklarda ürettiği korku ve baskı ikliminin doğrudan bir sonucudur. Dolayısıyla 1980'lerden itibaren açıktan namaz kılan, oruç tutan yahut eşi başörtüsü takan binlerce Anadolu evladı ordudan tasfiye edilirken FETÖ ordunun bütün kritik kurumlarına sızdı. Kemalist cuntalar İmam-Hatip okullarına savaş açıp üniversitelerde devlet kurumlarında samimi dindar insanlara karşı sürek avı yaparken, kendisi de azılı İmam- Hatip düşmanı olan FETÖ düz liseler ve kendi okullarından devşirdiği binlerce militanını devlete sızdırmakla meşguldü.
Dolayısıyla Kemalistler eğer bu topraklarda dindar ve muhafazakâr olmayı bir suç haline getirip baskı altına almasalardı bu terör örgütü bu kadar neşv-ü nema bulmazdı. Sadece FETÖ değil aynı zamanda DAİŞ terör örgütünün de başından itibaren İmam-Hatip liselerine düşman olması özellikle üzerinde durulması gereken bir husus. Zira bu yapılanmalar gayet iyi biliyorlar ki İslamiyet'i sahih kaynaklardan öğrenen bir insanın bu tarz radikal ve sapkın yapılanmalara kendini kaptırması çok zor.
Dolayısıyla bütün bu anomalinin temel sorumlusu Türkiye'deki resmi ideolojinin üreticisi ve taşıyışı olan Kemalist elitlerdir. Bu toprakların kültürünün, dilinin ve milletinin ayrılmaz bir parçası olan İslamiyet ile sağlıklı bir ilişki kurmak için geçmiş günahlarının muhasebesini yapmaları gerekiyor. Aksi takdirde söylemleri demagojiden öteye geçmeyecek, kimse tarafından ciddiye alınmayacaktır.
[Fikriyat, 15 Temmuz 2017].