Halep’te uluslararası toplumun gözleri önünde insanlık katlediliyor. Türkiye dışında uluslararası toplumdan kimse kılını kıpırdatmıyor. Halepliler iki savaş suçundan birisini tercih etmeye zorlanıyor: Ya toplu olarak katledilecekler, yakılacaklar, tecavüze uğrayacaklar ya da Halep’in demografik yapısını değiştirme amacıyla evlerinden zorla çıkarılacaklar. Türkiye, Halep halkını İran’ın komutasındaki teröristlerin ve Esed şebbihalarının katliamlarından korumaya çalışıyor. Rusya ile varılan bir mutabakat söz konusu. Fakat İran’ın komutasındaki teröristler Haleplilerin İdlib’e naklini engelliyor. Çarşamba günü anlaşmayı tanımadıklarını açıkladılar. Dün ilk konvoya keskin nişancılarla saldırdılar. Rusya’nın ateşkes konusunda ne kadar samimi olduğunu tartışabiliriz ama kesin olan şey, İran’ın henüz Suriye’de akıttığı Suriyeli kanından doymadığıdır.
İran tüm bölgede bir kanser hücresi gibi yayılıyor. Mezhepçi katliamcılığını bir jeostratejik araç olarak kullanarak, bölgede yayılıyor. Irak’la başladı bu süreç; Bağdat gibi şehirleri arka bahçelerine çevirdiler. Bahreyn, Lübnan, Yemen, Kuveyt, Suudi Arabistan vs. derken Suriye’de mezhepçiliklerini araçsallaştıracakları uygun bir ortam buldular. Suriye’deki kalkışmanın henüz başlarında önce gösterileri bastıracak güvenlik güçleriyle, ardından Şii dünyasından topladıkları teröristlerle ve bizzat yüksek rütbeli askerleriyle Suriye’de katliamlara başladılar.
İran belki Suriye’ye jeostratejik bir hesaplamayla yaklaştı; fakat komuta ettiği terörist sürüsü Suriye’ye 1400 senelik intikam motivasyonuyla geldiler. Her ne kadar hassas mezhep faktörünü konuşmak istemesek de bir Halepliyi, atalarının yüzyıllar boyunca oturduğu bir mahallede katleden bir teröristin aklında sapık intikam hisleri dışında hiçbir şey yok. Rusya’nın bile ateşkes görüşmeleri yaptığı bir zeminde, Halepli kadınların tecavüze uğramamak için kendi canlarına kıymasına sebep olacak vahşeti üreten İran komutasındaki teröristlerin ateşkesi bozmasının başka bir açıklaması da yok. Esed şebbihalarıyla katliam, tecavüz ve yağma rekabetine giren İrancı teröristlerin vahşetinden, ağızlarına pelesenk ettikleri Hz. Hüseyin Efendimiz ve Ehl-i Beyt beridir. Bu cehennem çukurlarından uluslararası toplum bu dünyada hesap sormazsa, ahirette ilk hesap soracak olan Ehl-i Beyt’tir.
İran’ın her türlü terörü meşrulaştıran, hapishanelerden saldığı psikopatları Müslümanların haremine salan, ahalinin toprağına ve namusuna göz diken, Türkiye dâhil olmak üzere tüm Ortadoğu’da basın üzerinden bordrosundaki etki ajanları eliyle ahlaksızca operasyonlar çeken politikaları bölgenin geleceği için en büyük tehdittir. Ağzından yalandan Ehl-i Beyt’i düşürmeyen bir profesörü, İran’ın, Esed’in, Rusya’nın katlettiği Halepli canlar üzerinde tepinme halet-i ruhiyesine, Haleplileri DEAŞ yaftasına sokma tecahül-i arifanesine sokan bir sapkınlık, sadece Ortadoğu için değil tüm insanlık için büyük bir tehlikedir.
Zulümde, katliamda, nefrette, şiddette, fesatta DEAŞ’ı geride bırakacak bir performans ortaya koyan İran ve komutasındaki teröristler, Suriye’deki herhangi bir siyasi müzakerenin, çözümün tek anahtarı toplumsal mutabakatın, radikalleşmeden ve terörizmden arınmanın önündeki en büyük engeldir. DEAŞ’ın ruh ikizi İran ve komutasındaki teröristlerden, uluslararası adalet önünde hesap sorulmalıdır.
[Akşam, 16 Aralık 2016].