Dün size Almanların ne kadar öfkeli ve irrasyonel olduğunu anlattım.
Bugün de bunun biraz kökenlerine inmek istiyorum. Almanya'daki tek sesliği ve bu tek sesin devlet tarafından nasıl kontrol altında tutulduğunu anlatmak istiyorum.
Yaptığımız saha araştırmasında hep aynı görüntülerle karşılaşıyoruz.
Alman devleti ve sivil toplumu bir blok halinde hareket ediyor.
Ve son derece öfkeli. Başka bir sesi duymaya tahammülleri bile yok. Hâlbuki başka ses duymadıkları için bu haldeler. Kendi haklılıklarına hayran olup kendileri dışındaki her şeyi anlamsız görüyorlar.
Alman devleti ile toplumu arasında çok organik bir bağ söz konusu. Alman devleti Alman toplumunun düşünce dünyasını şekillendirmede ve kontrol etmede uzmanlaşmış. Dünyanın herhangi bir yerinde devlet ile toplum arasında paralellikler olabilir. Milliyetçi duygular vatandaşın devlet siyasetine sahip çıkmasına da neden olabilir. Devlet ve toplum beraberce yabancı düşmanlığı da edebilir.
Mesela İngiltere'de de Müslüman karşıtlığı olabilir. Devlet ve sivil toplum aynı anda bu karşıtlığın dozajını artırmış olabilir. Ama sokaktaki Müslüman karşıtlığını devletin organize ettiğine dair bir izlenime nadiren kapılırsınız. Sivil toplumun Müslüman karşıtlığı birçok aktör ve faktörler birlikte gelişebilir.
Ama Almanya'da ilk hissedilen şey sivil toplumun doğrudan devlet makinesine bağlı olduğudur. Alman devleti bunu gözünüze soka soka yapar.
Sosyal demokratından Hristiyan demokratına liberalinden ırkçısına hangi siyasi çizgiye bakarsanız bakın devletin tanzim ettiği alan içinde varlığını sürdürüyor. Basın yayın kuruluşları devletin kurguladığı siyasetin bir parçasıymış gibi yayın yapıyor.
Düşünce kuruluşlarının fonu büyük oranda doğrudan veya dolaylı olarak devlet tarafından sağlanıyor. Alman devleti bu alanların hepsini düzenlemiş.
Yukarıdan verilen bir işaret aşağı kadar belli bir hiyerarşi içinde akıp geliyor. Sonuç olarak sokakta zaten Türk'ten hoşlanmayan Alman Türk komşusunu gördüğünde yere tükürüyor.
Düşünün. Şu sıralar Almanya'daki Türk kökenli vatandaşlar hangi partiye oy vereceklerini şaşırmış durumdalar.
Çünkü tek bir siyasi parti bile kalmadı kendilerine hitap eden. Hepsi devlet çizgisinde siyaset yapıyor. Söylemleri de bu bütünlüğü yansıtıyor. Daha önce Türklerin yoğun destek verdiği yeşiller de Türkiye karşıtlığına yöneldi. Liberal parti liderliği zaten açıkça söylüyor. "Bizi Türk dostu falan zannetmeyin" diyor. Hâlbuki siyasetçilerin rasyonel oy avcıları olduğu düşünülür. İktidara gelmek isteyen partiler oy almak için sınırları zorlayabilir.
Mantıken liberal parti veya yeşillerin Türk oylarına yanaşması beklenir.
Fakat Almanya'daki siyasi partiler bu rasyonalite yerine devletle uyum içinde olmayı ve Alman milliyetçiliğini doğuran romantizme teslim olmayı tercih ediyor.
Basın yayın söz konusu olduğunda durum daha beter. Zaten hep söylenir.
Almanya'daki basın doğrudan devlet kontrolündedir, hatta Amerikalılar kurmuştur denir. Çok net görünüyor.
Basın özgürlüğü yok dedikleri Türkiye'de her türlü yayın organı varken bugün Alman medyasında tam bir mutabakat var. Bunun aksine yayın yapmaya kalkacak gazete yok. Bunun aksine yazı yazacak gazeteci bu sektörde barınamayacağını biliyor. Televizyondaki tartışma programlarında kimse alternatif bir fikir beyan edemiyor. Görünmeyen ve derin bir sansür tüm medyaya ağır bir şekilde hâkim.
Alman devletinin yüzyılları aşan bir "kontrol hastalığı" (control freak) olduğu bilinir. Basın, vakıflar, dernekler, kaldırımlar, Türkler, trafik lambaları ve diğerleri. Hepsi kusursuz bir makinanın parçaları gibi işlemek zorundadır.
Alman organizmasının bütünlüğünü bozan "asosyaller" bir şekilde topluma entegre/asimile edilmeli veya devre dışı bırakılmalı. Alman devleti Erdoğan karşıtıysa içerideki Türkler de öyle olmalı. Gidip 16 Nisan referandumunda evet oyu verirlerse Alman makinesi çok öfkelenir. Sonra tüm mühendislik becerisini mantığın almadığı eylemler için kullanır. Alman tarihi bu zihniyetin ürünleriyle doludur.
[Takvim, 31 Ağustos 2017].