Devletler arasında zaman zaman çıkar çatışmaları olabiliyor. Bu tür durumlarında tarafların kendi pozisyonlarında ısrar edip taviz vermeye yanaşmamaları çatışmaların büyümesine yol açabiliyor.
Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasında, son dönemde bazı konularda yaşanan görüş ayrılıkları nedeniyle gerginliğin arttığı görülüyor. Karşılıklı olarak yapılan sert açıklamaların da ilişkilerin kötüleşmesinde etkili olduğunu ifade etmek gerekir. Türkiye’de terörle mücadele kapsamında alınan tedbirlerin Avrupa’da neden olduğu rahatsızlık, AB ülkelerinin yoğun terörist saldırı altında bulunan Türkiye’ye beklediği desteği vermemesinin Ankara’da uyandırdığı infial ve son olarak Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulmasına dair tavsiye kararının yol açtığı öfkenin sıcaklığında her iki taraftan gelen açıklamalar oldukça suçlayıcıydı.
Ancak Türkiye’nin AB’ye üye olma hedefi olmasa da bu birliğe komşu olmaya devam edeceği, Avrupa ülkeleriyle ticaretinin yüksekliği ve başta Kıbrıs olmak üzere bazı sorunlarda AB ile karşı karşıya geldiği gerçekleri düşünüldüğünde Ankara’nın Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinin geleceği konusunda uzun vadeli politikalar geliştirmesi önem kazanıyor. Bu politikalar konusunda şu noktaların altını çizmek gerekir:
Öncelikle, Türkiye’nin Avrupa ülkeleri ile ilişkileri yalnızca AB’ye üyelik düzleminde yürümek zorunda değildir. Üyelik, her iki tarafın da istemesi durumunda olabilecek bir opsiyondur, ancak Türkiye-AB ilişkilerinin başlangıcından beri böyle bir hedef konulmasına ve 1999 yılından beri de Türkiye resmen AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesine rağmen üyeliğin gerçekleşmemiş olması bu konudaki “isteklerde” ciddi sorunlar olduğunu gösteriyor. Bu durumda, hangi tarafın Türkiye’nin üyeliğini daha çok ya da az istediği meselesinde boğulmak yerine, üyelik düzleminde artık yürümeyen, tıkanan ilişkileri yeni bir düzleme çekmek daha faydalı olacaktır. Bu şekilde Brüksel’in Türkiye’yi “üye olmak istediği için belli bir forma sokulması gereken bir aday” olarak değil de “başta ekonomi ve güvenlik olmak üzere birçok alanda iş birliği yapılabilecek bir ortak” olarak görmesi ve Ankara’ya karşı dayatmalardan vazgeçmesi mümkün olabilir. Çünkü üyelik meselesinde yaşanan tıkanmışlık Türkiye ile Avrupa ülkelerinin diğer alanlarda da sağlıklı bir ilişki geliştirmesinin önündeki engellerden birisini oluşturuyor. İlişkilerin yeni bir düzleme taşınması üyelikten mutlak olarak vazgeçilmesi anlamına da gelmeyecektir. Daha rasyonel bir düzlemde ilişkilerini tamir etmeleri durumunda AB ile Türkiye üyelik meselesini de yeniden görüşmeye başlayabilirler.
İkinci olarak, Ankara’nın Avrupa’ya yönelik politikasını şekillendirirken AB’nin, çok farklı aktörlerin bir araya gelmesiyle oluşan bir birliktelik olduğu gerçeğini her zaman göz önünde bulundurması gerekiyor. AB içerisinde, birliğin geleceği konusunda bir fikir birlikteliği olmadığı gibi, ABD ile ilişkiler başta olmak üzere üçüncü aktörlere yönelik politikalar konusunda da çok farklı eğilimler söz konusudur. Benzer şekilde Türkiye ve Rusya gibi komşularına yönelik olarak da AB ülkeleri içerisinde farklı politik eğilimlerden bahsetmek mümkündür. Bu nedenle Türkiye’nin AB’yi bir bütün olarak görmek yerine, Avrupa ülkeleri arasında kendisine teröre karşı mücadelesinde müttefikler, mülteci sorununu çözebileceği ortaklar ve ekonomik ilişkilerini geliştireceği dostlar araması gerekiyor. Avrupa’da Brüksel’in son dönemdeki negatif Türkiye politikalarından rahatsız olan kesimlerin hiç de azımsanmayacak düzeyde olduğunu ifade etmek gerekir.
Üçüncü olarak, Ankara bir yandan Avrupa ile daha farklı bir düzlemde rasyonel bir ilişki geliştirmeye çalışırken başta terör ve mülteci meselesi olmak üzere, çok haklı olduğu konularda Avrupa’nın ikircikli ve güvenilmez tavrını değiştirmesi konusundaki kararlı politikasını sürdürmelidir. PKK, FETÖ/PDY ve DAEŞ terör örgütlerinin saldırılarına maruz kalan Türkiye’nin vatandaşlarını, devlet düzenini ve istikrarı korumak için almış olduğu tedbirlerin haklılığı ve bu konuda Avrupa ülkelerinin yanlışları kararlılıkla anlatılmaya devam edilmelidir. Mülteciler konusunda Türkiye’nin sırtındaki ağır yüke destek olmak yerine sınırlarındaki duvarları daha da yükselterek bu sorunla yüzleşmekten kaçan Brüksel’in “deve kuşu politikası” da Avrupa kamuoyuna anlatılmalıdır…
[Türkiye, 30 Kasım 2016].