Tarih 14 Mayıs 1997; Eczacılar Günü...
28 Şubat postmodern darbesinin en kesif günleri. Şubat ayındaki MGK toplantısında darbeci askerlerden hücum emrini alan "sivil" unsurlar tam kadro iktidardaki Refahyol hükümetine saldırıyorlar. Barolar, üniversiteler, sendikalar, hakim ve savcılar, maliyeciler, meslek örgütleri ve tabii medya. Bugün yargının bağımsız olmadığından şikayetçi olan bazı hukukçular o günlerde otobüslere doldurulup brifing dinlemek için Genelkurmay'a götürülüyorlardı.
Askerlerin talimatlarını pürdikkat dinledikten sonra sırtlarında cübbeleri ile "bir daha, bir daha" diye tempo tutuyorlardı. 14 Mayıs'ta, Eczacılar Günü'nde İstanbul Eczacı Odası Başkanı Mustafa Türenç bir açıklama yapıyor;
Cumhuriyet'in tehlike altında olduğu bugünlerde mesleki sorunlarımızı konuşamayız. Cumhuriyet'i kurtarmak daha önceliklidir, diyor. Yıllar öncesine gidip bu açıklamayı hatırlamamızın sebebi salgın günlerinde Türk Tabipler Birliği'nin yapıp ettikleri.
Kimilerine göre ikinci dalgayı, kimilerine göre ilk dalganın ikinci zirvesini yaşıyoruz. Vaka sayıları ülkemizde ve dünyada artıyor. Ancak neredeyse hiçbir devlet kapsamlı karantina uygulamalarına yanaşmıyor.
Hastalık ve dolayısı ile tedavi süreçleri hakkında artık daha fazla bilgi sahibi olduğumuzu söylüyorlar. Sürecin kontrolden çıkma riskinin azaldığını ve geniş kapsamlı yasaklara gerek olmadığını ifade ediyorlar. Türkiye'de sürecin başından beri tavsiye ve yönlendirmeleri belirleyici olan, kıymetli hekimlerden oluşan Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu da bu görüşte. Ben de aynı görüşteyim ama benim görüşümün bir kıymeti yok; nihayetinde ben hekim değilim. Uzmanları dinliyor, aklıma yatan fikre iştirak ediyorum.
Peki Tabipler Birliği ne yapıyor?
Hükümetin süreç yönetimini eleştirdiklerini biliyoruz. Ama bu eleştirileri bilimsel bir zeminde yapmıyorlar. Tıpkı hekim, sağlıkçı, konunun uzmanı olmayan benim süreci başarılı bulmam gibi onlar da başarısız buluyor. Adeta bir uzman değil de benim gibi, sıradan bir insanmış gibi başarısız buluyorlar.
Neden başarısız olduğuyla ilgili bilimsel, akla ve mantığa yatkın bir gerekçe sunmuyorlar.
"Başarısız buluyoruz? Neden? İşte öyle. Çünkü başarısız. Çünkü AKP..." Dünyayı aylardır etkisi altına alan salgınla ilgili söyleyebildikleri bundan öteye gitmiyor.
Bir de şuradan bakalım meseleye; hemen her fırsatta herkes hekiminden hasta bakıcısına, profesöründen hastane kapısında bekleyen güvenlik görevlisine kadar sağlık çalışanlarına minnettarlığını bildiriyor.
Bırakın şiddete uğramalarını, şu devirde kapılarının önünde toz birikmesine bile gönlümüz razı gelmiyor.
İmkan olsa da kırmızı ışığa denk gelmeseler, evlerindeki muslukları damlatmasa, yokuş tırmanmasalar.
Tabiplere biraz sert bakılmasına bile tahammülümüz yokken Tabipler Birliği'ni herkes eleştiriyor. Bir mesleğin yüksek prestijinden, toplumdan gördüğü saygıdan, duyulan minnettarlıktan o mesleğin örgütü hiç mi nasipdar olamaz?
Sorunun cevabını da varsın Tabipler Birliği düşünsün. Şimdiye kadar düşünmediler ve öyle gözüküyor ki maalesef şimdiden sonra da düşünmeyecekler. Çünkü onlar 28 Şubat kafasında takılıp kaldılar. AK Parti'ye karşı ideolojik düşmanlıkları salgının da, sağlığın da, mesleğin de önünde. Tıpkı 28 Şubatçı Eczacı Odası Başkanı Mustafa Türenç gibi düşünüyorlar; meslek ikinci sırada önce siyaset. Ne kadar büyük bir imkan kaçırdıklarının farkında değiller. Keşke salgının başında "siyaset yapmak için elimize harika bir fırsat geçti" diye düşüneceklerine "topluma faydalı olmak için elimize harika bir fırsat geçti" diye düşünselerdi. Bilimsel ve objektif bir yaklaşımla doğruya doğru, eğriye eğri deselerdi. İşte o zaman hangi görüşten olursa olsun kimsenin Tabipler Birliği'ne de laf söylenmesine gönlü razı gelmezdi.
Maalesef beceremediler. Herhalde buna da hükümetin hatası demezler, değil mi?
[Takvim, 25 Eylül 2020].